var mı bişeyler

kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2012 Cuma

baştan çıkarıcının günlüğü

     
  Soren Kıerkegaard’ın okuduğum ilk romanı “baştan çıkarıcının günlüğü” kitapta Johannes adında genç bir adamın cordelia adında bir genç kızı kendine bağlama, ele geçirme, baştan çıkarma.. vs. hikayesi anlatılıyor. Araya Cordellia’nın Johannes’e, Johannes’in de Cordelia’ya yazdığı mektuplar serpiştirilmiş.  [Bazı mektuplar bana Werther’in Lotte’ye yazdığı mektupları hatırlattı.] Bazen de çevresinde olup bitenleri gözlemleyerek anlatmış. Kitapta bolca altı çizilmelik yer ve güzel aforizmalar mevcut ben de buraya onları yazmak için geldim zaten.
 Vira bismillah…

“Düş gördüğünüzde onu başkalarına anlatabilirsiniz; ama onun anlatacağı düş değil gerçektir.”

“Bir kişinin yolunu kaybetmiş bir yolcuyu yanlış yöne yöneltmesi ve sonra onu yanılgısıyla baş başa bırakması çok çirkindir, ama birisinin kendisini yoldan çıkarmasıyla kıyaslandığında o da bir şey midir? Yolunu yitirmiş yolcunun hiç olmazsa çevresindeki görünümün sürekli değişmesi ve her değişimle de yolunu bulma umudunun doğması gibi bir tesellisi vardır. Kendi içinde yoldan çıkmış bir adamın ise manevra yapacak yeri daha dardır; çok geçmeden kurtulamayacağı bir çember içinde dönüp durmakta olduğunu görüverir.”

“Git öyleyse
Sadakati küçümse
Ardından pişmanlık gelecektir”   
[J.W. Goethe]

“Herkesin daima fazladan küçük bir aykırılığı olmalıdır.”

“…dikkat ettim de küçük ayaklı kızlar genellikle, daha ok yürüyen büyük ayaklı kızlardan daha sağlam basıyorlar.”

“…en iyi balıklar bulanık suda avlanır. Bir genç kız duygusal yönden altüst olduğunda, başka zaman şans getirmeyecek bir şeye başarıyla girişilebilir.”

“…varlığı hüzünle acının güzel bir uyumu.”

“Evli bir kadında kendine özgü özellikle daha az, cilveler daha çoktur.”

“…onu görmüş olduğumu biliyorum ama anılarda kalan artıklarla hiçbir şeyi canlandıramayacak kadar.”

“Gece ve kış
Ve uzun yollar
Ve zalim acılar; bu barışçı kampta
Zahmetin her türü var.”                                     
[Ovidius]

“…bir genç kızın hafifliği anlaşılmaz bir şeydir ve yerçekimi yasasıyla adeta alay eder.”

“Uzağında kalıp görüntüsünü içime çektim.”

“Bir kızı baştan çıkarmak ustalık değildir ama baştan çıkarmaya değer birisini bulmak büyük şans gerektirir.”

“Demek adı Cordelia. Cordelia! Bu güzel bir isim; ki bu da önemlidir, çünkü en duyarlı nitelemelerin yanında çirkin bir isim kullanmak zorunda olmak genellikle kötü bir etki yapar.”

“Cordelia! Gerçekten harika bir isim; aynı zmanda Kral Lear’in üçüncü kızının ismi de buydu; yüreği dudaklarında olmayan, yüreği dolu ama dudakları sessiz olan o harika kız.”

“Bir anlık zevk, fiziksel anlamda değilse de en azından tinsel anlamda, bir tecavüz olayıdır.”

“küçük bir ironi sonraki anı ilginç kılar”

yazacak daha baya bir şey olduğu için diğerlerini başka bir zaman yazacağım.

19 Ocak 2012 Perşembe

zarif bir adam.


"gemiler ayaksızlandılar, bilmelisiniz"

--törpülenemeyen, sapasağlam duran tırnak içleri vardır, bilmeli..--

"ya bu kez ölenleri görmeliysek 
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle"

--bir ihtimal daha var, o da uçmak mı dersin?..--

(korkumu ölümümle ağzıma kilitlemişim) 

--şair burada kendini -miş'le intihar ediyor. bir varmış bir yokmuşum--

"yaşamak bir sokak lambası gibi 
bir gece evden atılmış bir çocuk sanki 
tek bir damla tek bir ses gibi 
aklıma düşüyor"

--yaşamak, elini kapıya sıkıştırıyor, tırnağı atıyor burada, mosmor..--

a. cahit zarifoğlu.

14 Ocak 2012 Cumartesi

gıcır karınca















Örse bir keyfiyet geldi dedim ki yar bu karpuzu musa
Dağ dişidir, dişi dağdır, dişi dağıtır, ağız burun kan ve aynasız helâ
Tampon tampona sürtmezse bu şehirde kazasız bela
Tanrılar bedava yaşamaya bayılır hepsi de yukarda gıcır karınca
Kâğıtla kaplı atlar yılkı değil yılgın yuları çeke çeke kendine kehribar oldular.

Şimdi bu mumu yaktık şemsiye diye
Her damla ister yanak ister yere
Bir deriye düşer gibi atlar
Atlar o senin arkandan çalan ıslık sesi
Ağızda boşalan şişenin rahatlığıdır rahatlar
Harfleri yutma çocuk boğulursun
Başka bir kaldırım döşe bana
Tığla. kenarları epri epri lahavleli lam elifli
Aşk, ara, söz, dür dür katla kalemin ağırlığı altında
Tanrının savcısıdır hayat. harfleri yuttuysan da sss.

Örse bir keyfiyet geldi dedim ki musa bu yar ne işe yarar?
Denizden kurtul ve anlat bana.
Elhamdülillah sigaram da var karım da içime çekerken
Bir zar elime atlar da belki sıfır rahatlar.
Sınıf atlar ‘tarihe gömülen koca koca atlar’
Ya da musa, sende fazladan bulunur mu âsâ?


serkan gezmen
varlık dergisi / mayıs 2011

22 Ekim 2011 Cumartesi

bilge kagan'dan kül tegin'e...


















...731 yılında Kül Tegin öldü. 47 yaşında ölen kahraman komutan için
ağabeyi Bilge Kağan'ın Göktürk kitabelerinde kendi ağzından şu ifadeler yer almaktaydı.

"Küçük kardeşim Kül Tegin öldü.
görür gözüm görmez oldu,
bilir bilgim bilmez oldu...
zamanın takdiri tanrınındır.
kişi oğlu ölmek için yaradılmıştır.
yaslandım, gözden yaş, gönülden feryat gelerek
yanıp yakıldım...
milletimin gözü, kaşı [ağlamaktan]
fena olacak diye sakındım."

kaynak: ibrahim kafesoğlu, türk milli kültürü

11 Ekim 2011 Salı

ermiş'in duası



...
tanrı dudaklarınıza kendi yerleştirdiği
kelimelerle,
kendisine edeceğiniz duaları dinlemez.
ben ise öğretemem sizlere,
deniz, orman ve dağların dualarını.

sizler, dağlar, ormanlar ve
denizlerden doğmalısınız
onların dualarını, kendi
kalbinizde hissedebilirsiniz.

eğer gece sakinliğinde 
dinlemeyi başarabilirseniz,
onların o sükunet içinde
seslendiğini duyabilirsiniz.

''ey bizim yükselen benliğimiz
olan rabbimiz.
bizi yöneten kudret, senin 
kudretindir.
bize, isteme arzusunu veren,
senin dilemendir.
senden hiçbir şey dileyemeyiz.
sen, nelere ihtiyacımız olduğunu,
daha içimizde doğmadan bilensin.
bize gereken sadece sensin
bize kendinden bir şey daha
vermekle
her şeyi vermiş olursun."


[Halil Cibran, ''Ermiş'' - ''Dua Etmek Üzerine'']

3 Ekim 2011 Pazartesi

jorge luis borges'ten attar'a



sonsuz gül

hicretten sonraki beşyüzüncü yıl
minarelerinden bakıyordu iran
çöl mızraklarının akınına
nişaburlu attar ise bir güle bakıyordu
sessiz sözlerle hitap ederek ona
dua eden birinden çok düşünen düşünen biri gibi
senin narin küren benim elimde, zaman sarmalıyor ikimizi
ve biz habersiziz. bu akşamüstü unutulmuş bir bahçede
havada nemleniyor gevrek biçimin
rayihanın değişmez, gelgitli bütünlüğü 
ihtiyar, çöken yüzüme yükseliyor benim;
ama seni daha uzun zamandır biliyorum
seni bir an görüveren o çocuktan, bir düşün katmalarında,
ya da burada bu bahçede, eskiden bir sabah
güneşin beyazlığı senin olabilir.
ya da ayın altını ya da zaferin
sert kılıç ağzındaki kırmızı leke
ben körüm ve hiçbir şey bilmiyorum, yine de
yürüyorum, gidilecek yollar var daha
ve her şey bir sonsuzluğu şeylerin, sen müziksin
gök kubbeler, saraylar, ırmaklar, meleklersin
sonsuz gülsün sınırsız, mükemmel
tanrının ölü gözlerime sonunda göstereceği. 




2 Ekim 2011 Pazar

tazıya muska yazılır!



İskender Pala sever bir insan evladı olarak ''İki Dirhem Bir Çekirdek'' kitabını diğerlerinden biraz fazla sevdiğimi itiraf ediyorum. 
bu kitabın farkı içinde geçen tüm deyim ve atasözlerinin yaşanmış bir olaydan meydana geldiğini bize [en azından bana] hatırlatması ve mütemadiyen güldürmesi.
yaklaşık onbeş saniye sonra nasıl ortaya çıktığı anlatılacak olan deyim de 
adından da anlaşılacağı gibi, 
gülümsetenlerden...

Tazıya muska yazmak 
Sultan Bayezid, şehzadeliği sırasında ava olan merakından dolayı cins tazılar besletirmiş. Maiyetinde bulunan sipahilerden birisi, şehzadenin gözüne girmek için cins bir tazı alır. Fakat ne talim yaptırdıysa, ne kadar uğraşdıysa nafile. Sipahinin tazısı bir türlü Şehzade Bayezid’in tazılarının hızına ve çevikliğine ulaşamaz. Sipahi, çareyi civarda yaşayan Buharalı Mustafa Dede’nin kapısında arar. Bir gün Kızılırmak’ta tuttuğu balıkları bir söğüt dalına dizip Mustafa Dede’nin kapısına dayanır. Kapıyı onbeş yaşlarında bir delikanlı açar. Bu, şeyhin oğlu Hamdullah’dır.
delikanlı kapıyı açar,


- Selamun aleyküm delikanlı  Mustafa Dedeyi görecektim.
- ve aleyküm selam babam evde yok, hacetiniz ne idi?
Sipahi boyun büküp der ki:
-Balıkları babanıza hediye getirmiştim. Tazıma muska yazdıracaktım.
Hamdullah bakar ki balıklar taze:
-Ağam, gam çekmeyin. Muskayı ben de yazarım, babamdan ruhsatım var, der.
Muska yazılır, tazının boynuna asılır. Artık sipahinin tazısı şehzadenin tazılarına göz açtırmaz. Nerede bir av varsa, ilk önce sipahinin tazısı avlar. Bayezid’in emri ile tazı huzura getirilir. Bakar ki boynunda bir muska asılı, emreder açtırır.
Muskada şunlar yazılıdır:
Tamah ettim semeğe [balığa] 
Muska yazdım köpeğe
Ya geçsin tazıları
Ya dayansın köteğe..
Şehzade Bayezid muskanın macerasını dinledikten sonra yazının güzelliğine hayran olur. Hamdullah ile tanışıp dost olurlar. Sultan Bayezid Han’ın 1481’de tahta çıkmak için İstanbul’a giderken yanında götürdüğü Hamdullah, zaman gelir hat sanatının en büyük üstadlarından Şeyh Hamdullah olur.

4 Eylül 2011 Pazar

körleme...


''cep telefonuma fi tarihinde java bir uygulama indirmiştim adı: ''öyküler'' idi programın içinde birbirinden güzel ve tadından yenmeyecek yüz öykü bulunuyordu. her gün okuyabildiğim kadarını okuyup enteresan rüyalara dalıyordum. aşağıda paylaşacağım öyküyü çok sevdiğimden yazıya geçirmiştim. ...şimdi size bu yazıyı takdim etmek istiyorum... istedim.''

körleme 

Sokakta bir kadın gördüm. pis kokulu bir alt geçidin girişinde mendil açmış dileniyordu. Boynunda ''KÖR'' yazılı bir levha asılıydı. Hemen altında farklı bir el yazısı küçük harfleriyle bir sır fısıldıyordu: ''Ben bir sahtekarım!''. ilk düşüncem merhametten nasibini almamış bir kendini bilmezin zavallı kör kadına adi bir eşek şakası yaptığıydı. Biraz sonra aslında kör numarası yapan kurnaz kadının hem körlüğü hakkındaki olası şüpheleri gidermek hem de daha çok merhamet ve para toplamak için bu notu kendi elleriyle yazmış olabileceğini farkettim. Her iki durumda da parayı hakettiğine kannat getirerek yaşlı kadının mendiline bir milyon lira bıraktım.

Sokakta bir kadın gördüm kendisi gibi yaşlı olan kocasına sarılmış yürüyordu. Kadının boynundaki levhada ''KÖR'' , adamınkinde ise ''SAĞIR'' yazıyordu. Bu uyumlu çiftin ev yaşamlarını hayal ederek oyalandım.

Bişeyler atıştırmak için gittiğim büfedeki satıcının önünde ''PiS'' yazdığını görünce iştahım kaçtı. Sipariş vermek yerine uydurduğum bir adresi sordum. büfecinin tarifini dinledikten sonra oradan uzaklaştım. Yorgundum. Bir banka oturup etrafı seyrettim önündeki ''CEHENNEMLiK'' yazısını tespih çeken elleriyle kapatmaya çalışan takkeli bir adam, mini etekli, göğüs dekolteli ve ''FRiJiT'' tabelalı bir kadının kalçalarını dikizliyordu. Paydos saati olduğu için park ''PARAGÖZ'' patronlar, ''TEMBEL'' memurlar, ''KOCA DELiSi'' sekreterler, ve ''iŞ-GÜÇ SAHiBiYMiŞ GiBi YAPAN'' işsizlerele doluydu.

Bir ara göğüslerindeki harfler''ÜÇKAĞITÇI'' diye bağıran bir orjinal parfüm satıcısını ve ''YALANCI'' fısıldayan bir falcıyı başımdan defetmekle uğraştım. Yanıma ''GEVEZE'' bir yaşlı teyze oturunca aceleyle kalktım. iş olsun diye bir dükkandan içeri bakarken vitrinin camından kendi yansımamı gördüm. Boynumda asılı levhada '' AKIL HASTASI'' yazıyordu.

8 Haziran 2011 Çarşamba

en güzel iltifat


Yıl, 1887… Gazetecinin biri, Victor Hugo’ya soruyor: “Eserleriniz ve siz bugüne de çok olumlu eleştiriler aldınız, çok övüldünüz. Bunlar arasında sizi en çok hangisi hoşnut etti?”


Hugo anlatıyor: “Karlı bir kış gecesiydi. Eş dostla yiyip içmiştik. Mesafe kısa diye, evime yaya olarak dönüyordum. Fena halde sıkışmıştım. Hızlı adımlarla, malikanemin bahçe kapısına vardım. Kapı kilitliydi. Var gücümle uşağıma seslendim: ‘İgooooooor!’ Defalarca haykırmama karşın İgor’un beni duyduğu yoktu. Sidik torbam Atlas Okyanusu büyüklüğüne ulaşmıştı. Altıma kaçırmak üzereydim. Yaşlılık işte. Çaresiz, bahçe duvarına yanaştım, etrafa bakındım, görünürde kimse yoktu, pantolonumu indirdim ve su dökmeye başladım. Tam o sırada arkamda bir at arabası durdu. Hiç kıpırdamadan, sessizce işiyordum. Arabacı nefret dolu bir sesle ‘Seni haddini bilmez, buruşuk o… çocuğu! O işediğin, Sefiller’in yazarı Victor Hugo’nun duvarıdır!’ dedi. İşte, hayatımda duyduğum en iltifat dolu söz buydu.”

31 Mayıs 2011 Salı

falan filan güzelim



Akik-i la'lini sunma dehan dehan güzelim
Bu yahşı namını etme yaman yaman güzelim

Heva-yı kakül-i anber-şemim ile ahım
Çıkar bu micmer-i dilden duman duman güzelim

Nühufte san'at ile düzd-i şeb-rev-i zülfün
Meta-ı sabrımı çaldı nihan nihan güzelim

Ruhun çü gonce-i hurşid şebnem dilimi
Diriğ çekdi götürdü keşan keşan güzelim

Siham-ı cevr ile açtın tenimde yareleri
Hadeng-i ahıma sen de dayan dayan güzelim

Keman-ı çeşmine bend eyle tığ-i gamzelerin
Rakib-i müfsidi katle kuşan kuşan güzelim

Reva mıdır olayım ben esir-i hicr ü firak
Seninle eyleye ülfet falan filan güzelim

Ne denlü terkeş-i çeşminde tir-i gamze ki var
Nişan-ı sineme vurdun yegan yegan güzelim.

Tamam peyker-i hüsnün eğerçi nazikdir
Dakik cümleden amma meyan meyan güzelim

Bu güşmal nedir Hami'ye keman-asa
Acep mi etse elinden figan figan güzelim.

keçecizade izzet molla
(kronolojik divan şiiri antolojisi iskender pala)

18 Nisan 2011 Pazartesi

şeyhim galib'im

    


26 yaşında hüsn-ü Aşk'ı yazan, 
41 yaşında hakkın rahmetine kavuşan, 
divan edebiyatının son büyük şairi bir mevlevi şeyhi.
adı galip. 



şarkı


fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni
ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni 


bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır
rişte-i cem’iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır
hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır
bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni 


ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu
sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu
râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu
yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni 


bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine
sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine
tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine
hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni 


gâlib-i dîvâneyim ferhâd u mecnûn’a salâ
yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana
şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana
anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni. 


şeyh gâlib
(1758-4 ocak 1799)