var mı bişeyler

yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2020 Perşembe

düşük bütçeli kintsugi

          

                                                                        "şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
                                                                                     taşınacak suyu göster, kırılacak odunu"
                                                                                                                                     -ismet özel

selamun aleyküm sanal alemin gerçek veya az gerçek insanları hepinizi saygıyla selamlıyor ve sosyal mesafe kurallarına uyarak küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öpmeyi de ihmal etmiyorum. çünkü niye edeyim dudağıma mı yapışacak! hem atalarımızın da dediği gibi, "el öpmeyle dudak kaşınmaz"

öhöm öhö!
bir kaç hafta önce memleketim ve büyüdüğüm yer olan gaziantep şehrine valideyn eş dost akraba ve özellikle çok özlediğim yeğenlerimi ziyaret ve bir takım tarımsal faaliyetler için gitmiş idim. oldum olası dağ taş, toz toprak ve bilimum pis işleri seven bir köylü olduğum için amcamla antep'ten köye gidiş gelişlerin birinde rahmetli dedemden kalma az metruk eve uğrayıp hasar tespit çalışmasında bulunalım dedik. epey eski olan; iki katlı, tavanı direkli, damı topraklı olan evin maalesef arka kısmının tavan ve zemininde ahşap direklerin çürümesinden kaynaklı çökmeler ve açılmalar olduğunu ancak daha çok kullanılan ön iki odanın ufak tadilat ve tamiratlarla oturulabilecek hale getirileceğini düşündük. (çok enteresandır ki evler veya yapılar sanki canlı bir organizmaymış ve olan bitenin farkındaymış gibi içlerinde kimse yaşamadığı zaman kısa süre içerisinde yıkılıp harabe haline gelirken çok eski bile olsa içinde insanların yaşadığı evlere ayakta kalabiliyor. bu durum daha önce köye gittiğimde de dikkatimi çekmiş ve sahipleri vefat eden evlerin yıkıldığını gördüğüm bir evin fotoğrafını çekip şöyle yazmıştım, "sahipleri gidince evler de arkasından gidiyor, durmuyor."
ölüm bu

sağolsunlar amcam ve ailemin de destekleriyle herhangi bir sigortalı işim olmadığı için hafta sonları ve bazı hafta içlerinde köye gidip bu tamiratları yapabileceğimi en azından hafta sonları gelip oturulabilir ve hatta kalınabilir bir hale getirebileceğimi, daha önceki inşaat işi tecrübelerime ve bazı süper güçlerimle (süper güçler: fayans, duvar örme, alçı çekme, sıva yapma vs.) bunları halledebileceğimi söyledim. daha sonra tamirat ve tadilat için eve gidince fotoğraf çekmesini de sevdiğim için bi kaç fotoğraf çekip twitter nam internet mecrasına hiç bir beklentiye girmeden alelade bir şekilde şu twiti attım. https://twitter.com/refidun/status/1293848135375237120 ve evdeki işleri yapmaya başladım bi ara mola verip bi tütün sardım bi baktım twit yürümeye başlamış hatta koşuyo ulan dedim ne alaka evin fotoğrafı altı üstü allah selamet versin. akşam geldiğimde twit almış başını gitmişti herkes bunun after'ını da bekliyoruz filan yazmaya başlamıştı halbuki ben işe başlarken böyle bir niyetim de yoktu. tek niyetim bişeyler yapmak ve evin harabe olmasını önlemek eskiden olduğu gibi amcalarımın halalarımın gelip bi saat de olsa köyde oturabilecekleri babalarının evini karınca kararınca iki minder serip oturulabilir hale getirmekti.

sonra evin dışındaki boyayı kazıyıp bi kat sıva yaptım ve boyadım sonra hep beraber köşe bucak evin içini kırklayıp temizledik duvardaki çatlaklara alçı çekip yerdeki çökmeleri harç yapıp kapattım ve boyadım. (bütün bu işlemleri sadece hafta sonu bir gün ve çoğunu tek yaptığım için 4 haftada filan bitirdim bu arada acelem de yoktu) yaptığım iş öyle aman aman bir şey değildi çok para da harcamadık zaten çok para harcayacak durumum olsa o evi çok güzel bir şekilde tadilat yapardım. 

bu arada "tadilat" kelimesinin arapça "adl" kökünden geldiğini öğrenip şaşırdım. yani dedim kendi kendime, bir yeri tadil ederken aynı zamanda adaletli olmak gerekiyor. 

üç dört hafta sonunda boya badanasını da yapıp antepteki kullanmadığımız eşyaların bir kısmını köye getirdik ve eve yerleştirdik. ben arkada bulduğum eski eşyaları temizleyip bir şekilde kullanmaya çalıştım falan sonuç olarak gidildiğinde oturulacak çay çorba içilecek bir yere geri dönmüş oldu allah'a şükür. twitırdaki bazı arakdaşların beklentilerini karşılamasa da sürekli kalınmayacak bir yer için bence fena olmadı. sözü fazla uzatmak istemiyorum. çekmiş olduğum fotoğrafları merak eden arkadaşlar için buraya bırakıyorum. herkese çok teşekkür ederim.
eyvallah.







     








11 Ağustos 2020 Salı

fırtına öncesi ve sonrasında sensizlikle ilgili bazı malumatlar









        


"bir yerlerde bir delikanlı var akciğerlerini yiyen"
-tristan tzara                                                                                                                                           
selamlar ve aleykümler sizinle olsun güzel insanlar
yazıya böyle uzun ve alengirli bir başlık koymamın tek nedeninin dikkat çekmek olduğunu, yazıyı bi yerde paylaşırken açıklama kısmına bu başlığı yazarak; kitapçıya gidip sadece kapağından ya da adından etkilenerek kitap alan, sayısı hiç de azımsanmayacak kadar fazla olan o güzel insanları hedeflediğimi utanmadan belirtmek isterim
ayrıca yazı başlığının birazdan ve hemen bu satırların altında yazdığım şeylerle neredeyse hiç alakasız olduğunu da sözlerime eklemek isterim
teşekkürler

gerçi bilmiyorum, siz de yazılan şeylerin mutlaka yazıya verilen başlıkla alakalı olması gerektiğini söyleyen; yazmak gibi uçsuz bucaksızlığıyla ve sınırları darmaduman edişiyle yedi düvele nam salan bu güzide eylemi belirli kalıplara sığdırmaya çalışan hatta ve hatta kalıplara sığdırmaya çalışırken yine bazı kalıplara göre kalıplara sıkıştıran o adını dahi anmak istemediğim ve kim oldukları hakkında herhangi bir fikrimin dahi olmadığı halde kendilerine herhangi bir kalıba uymadan sayıp döktüğüm o bir takım herhangi insanlar topluluğu sempatizanlarından mısınız?
hayır hayır sanmam
sanmak istemem
sanmak bile istemem
sana bilemem
hatta biraz daha abartarak, sanabilmirem

eğer öyle olmuş olsaydınız tam da şu an okuduğunuz, "okuduğunuz" kelimesine kadar bile gelemeden buradan gitmiş olurdunuz.
gittiğinizin farkına varacak birileri varsa gitmek güzel bir eylemdir ben de sizi giderken sırtınıza vurarak destekleyebilir çeşitli gaza getirici söylemlerde ve söylevlerde bulunabilirim. buna karşılık kalmakla ilgili bir güzelleme yapmak niyetimiz de yoktur. ister gider ister kalırsınız gidenin arkasından ağlayıp gelenin önünde davul zurna çaldırmayacağız. 
bu saatten sonra artık giden gidecek ve kalan sağlarla bizim olmaları ve yahut gitmeleri için oturup güzelce konuşacağız ya da hiç konuşmadan dadaloğlu'ndan icazet alarak kalan sağların bizim olduğu hükmünü vereceğiz. hükme uymayanları ise en ağır bir biçimde cezalandırıp onları serbest bırakacak ve gitmelerine izin vereceğiz.
çünkü bir insanı serbest bırakmak ona verilecek en büyük cezalardan biridir.
-bunu latince bir deyişmiş gibi okursanız daha etkili olacaktır-
ünlü filozof doğuş'un da dediği gibi,
"gidene dur diyemem giden gider zaten
sevene sevme demem seven sever zaten"

neyse asıl mevzumuza gelelim!
asıl mevzumuz mu vardı ki diyen olursa mevzu çıkarabilirim. sadece mevzu çıkarmak deyimi hoşuma gittiğinden
çok saçma ama bazen sadece ismi güzel diye bir hastalığa veya rahatsızlığa tutulmak istemek gibi.
mesela bir keresinde adı ve söylencesi güzel olduğu için astigmat olmak istemiştim
güzel bir kelime diye derdest olmak istediğim de olmuştu
insanoğlu işte ağzından çıkanın ne olduğunu, nelere mal olacağını nereye gideceğini kimin koynuna saklanacağını kimin göynüne saplanacağını hesap etmiyor etse zaten pek az ya da hiç konuşurdu. ve eminim hiç konuşamasaydı herkesle çok iyi anlaşırdı. çünkü konuşmazsanız herkesle çok iyi anlaşırsınız. 
hayat bu.

beylik laflar ediyorum
seviyorum beylik lafları, belki de bir beyliğim olmadığı içindir bilmiyorum. bilmiyorum demek hoşuma gidiyor..
bir saniye
(burada, okuduğu şeyi öylesine okuyup geçmeyen, okumuş olduğu metnin içinde geçen mübalağalı. edebi sanatlardan bolca faydalanılarak kotarılmış bazen sadece altı çizilsin diye yazılan cümleleri, geçerlilik ve tutarlılık yönünden irdeleyen ve okuduktan sonra, "hmm dur bakalım sen şimdiii" demekle kalmayıp kendi kendisileriyle konuşurken, "yani o zaman bir şey elde olmadığında daha mı çok sevilir?"sorusunu aklına getiren pek kıymetdeğer okuyucular için işime gelmese de bir açıklama ve yeni bir paragraf başı yapmak elzemli bir gereklilik gibi görünse de.. bu açıklamayı yaparak okuyucuyu yönlendirmek veya akıl veriyormuş gibi görünmek de istemiyorum.
hatta yoruldum bu açıklamayı yaparken yukarda yazdıklarımı tekrar dönüp okumak bile istemiyorum
ee keyfiyet bu

nerede kalmıştık..
.beylik lafları seviyorum..
anadolu selçuklu devleti yıkıldıktan sonra fırsattan istifade anadolu'da kurulan üç kağıtçı bir beyliğim varmış gibi hissettiriyor. beyliğimin adı, hasaroğulları olsun istiyorum. sürekli savaşlara katılıp yine sürekli yenildikleri halde enteresan bir şekilde yıkılmayan ve tarihçilere her yazdıkları kitapta yeni bir yenilgiyle kendilerinden bahsettirmeyi başaran garip bir beylik.
kurucusunun adı santiago. -evet evet yanlış okumadınız bildiğiniz santiago- coğrafi keşifler henüz gerçekleşmemiş kalyonlu gemiler açık denizlere ulaşıp sömürge imparatorlukları kurmamışken henüz avrupadan amerikaya değil de güney amerika'dan diğer kıtaları keşfetmek için yola çıkıp okyanusta yıllarca sürüklenerek yıllar sonra akdenize ve oradan da anadolu'ya gelen bir adam iskenderun taraflarından kıyıya çıkıp daha sonra bir beyin hizmetine girmiş sonra beyin kızını gitar çalarak kandırıp evlenmiş. üstüne kızın soyadının almış olmuş sana, "santiago hasar" santiago ve zevcesinin nur topu gibi oğulları olmuş çocuklar büyüyünce beyliğin adına "hasaroğulları" demeye başlamışlar yani beyliğin ismini kurucusu değil oğulları koyuyor. -hayırlı evlatlarmış allah onlardan razı olsun-
neyse hayal kurmayalım şimdi asıl meseleye gelelim yani asıl meselenin asıl meselesine
her asıl meselenin de içindeki  sırlı asıl meseleye..

son günlerde içinde bolca "sevgilim" geçen şu vasat şiirlerden yazmak istiyorum
şöyle diyorum kendime,
-kurşun kalemi ısırıp tavanın sağ üst köşesine bakarak mühim şeyler düşünüyormuş pozları keserken- her dörtlükte en az iki tane sevgilim olmalı diyorum
içinde ne kadar "sevgilim" ve "sevmek"li kelime geçerse
o kadar çok seviyorsunuz gibi bir şey anlamına gelir diye düşünüyorum sevgilim
yani yazılı olmayan bir kural sevgilim sen bilmezsin uyduruyorum
ah! ne kadar da sevgilim
"ah"ı da unutmayalım
imkanımız ve sevgilim yeterli derdimiz varsa içinde mutlak üç beş "ah" da ekleyelim
acı çektiğimizi sık sık sevgilim ünlemlerle desteklememiz gerekir
çünkü ünlem acının küçük kardeşidir sevgilim 
bu gizli bir bilgidir sevgilim ağzımdan kaçtı kankilerine anlatma sevgilim
bir kelimeyi sevgilim onun isteği dışında fazlaca tekrar etmek 
o kelimeyi değersizleştirmek ve sevgilim sıradanlaştırmak ve anlamsızlaştırmak
için sevgilim müthiş bir yöntemdir
seev gi lim
bu şiirimi abartılı jest ve mimiklerle volkan konak okusun sevgilim isterdim
en büyük hayalim sevgilim bu


17 Mayıs 2020 Pazar

etraf biraz dağınık













"dibi tutmasın diye hayatı merakla karıştıranlara ne mutlu"

- atakan yavuz



bir süredir kendime sosyal medyadan uzak durma izni vermiştim
kendime verdiğim sözleri tutamamak gibi kötü bir huyum olmasına rağmen
instagram dışında sözümü tuttum diyebilirim yani yine kötü huyumdan pek geçememiş gibi göründüğümün farkındayım.
benim için küçük insanlık için daha da küçük olan bu adımdan sonra şöyle dönüp geriye bakınca
bir miktar takipçi dışında çok da bir şey kaybetmediğimi gördüm. 
ki giden şeylerin kayıp, gelen şeylerin kazanç olmadığını düşünürüm
bu arada, çok da bir şey kaybetmemek benim için kazanmak demektir.
işin enteresan tarafı yazmadıkça insanın daha çok yazmayası geliyormuş bunu fark ettim ama derk edemedim.
ha peki sosyal medyadan bu kadar uzak durdun da ne yaptın lan sanki konuşuyosun artist artist diyebilirsiniz,
çok da matah işler yapmadım ama bu hiç de bir şey yapmadığım anlamına gelir diye bir korkum da yok açıkçası
özetnen: beni ilgilendirmeyen binlerce şeyi okumak, ben ilgilendirmeyen binlerce şey arasından o binlerceyi de ilgilendirmeyen yine yüzlerce şeyi görmek veya maruz kalmaktan kendi özgür irademle muaf olmak bana iyi geldi diyebilirim.
takdir edersiniz ki insana iyi gelen bir şey günümüzde oldukça kıymetlidir.
hayat bu

etraf biraz dağınık kusura bakmayın
ya da bakabilirsiniz lafın gelişi söylemiştim zaten.
artık o lafla işim kalmadığına göre ve daha önemsiz başka bir işiniz yoksa
bir de üstüne üstlük sünnetçiyseniz kusura bakıyorsunuz diye kimse size kızamaz darılamaz ve incinmez diye düşünüyorum
teşekkürler

çokafedersiniz
niye bilmiyorum ama mutlaka affedilmesi gereken bir şeyler yapmışımdır
ve affedilmeyi affetmekten daha çok severim
"çokafedersiniz"
bir de sizden küçük bir ricam olacak,
bu iki ayrı kelimeden oluşan kısa cümleciğin tek bir kelime yapılmasını,
"k" ve "a" harflerinin birbirinden hiç ayrılmamacasına ulanarak duraksanmadan okunmasını
ve dillerde diyar diyar gezerek söylenmesini istiyorum
birinden bir şey rica etmek emrivaki yapmanın en naif ifadesi sanırım
üçkağıt bu

aklımdan geçenleri, aklımdan geçmeyenleri, fikirlerimi ve hissettiklerimi anlatmak için hala (şapkalı) ihtiyacım olan bazı kelimeleri bulamıyorum ya da bulmak için yeterli çabayı göstermiyorum.
-kelimelerin kendilerinin gelip beni bulmasını işaret etmem pek mantıklı değil kabul ediyorum onun için ikinci seçenek daha doğru gibi.-
evet itiraf etmek gerekirse ki ederiz, gerekli çabayı göstermiyorum.
eğer göstermiş olsaydım böyle bir şeyi söz konusu etmemem gerekirdi.
bir şeyi elde edememek veya bulamamak veya başaramamak veya sonuna "-memek ve -mamak" eklerini getirdiğiniz diğer bütün fiiller ve fiilimsilerin temel sebebi yeterince çaba harcamamaktır. diğer bütün sıkıntılar bu sebebi söylememek için üretilen bahanelerdir.
ayrıca bir şeyi bulmak için yeterli çabayı göstermemek bulmamak için gayet ideal bir yöntemmiş gibi gözüküyor. -"gözüküyor" kelimesi size de gözlüklü bir kelime gibi geldi mi?-
çünkü öyle gözüküyor
görünüyor.
ya da aramamak bulmamak için kötü bir bahane olabilir.
kimse tarafından aranılmadığı halde bulunacağını zanneden bir kelimenin bekleyişi gibi..
ve böyle bir cümleyi anlatımın akışını bozduğunu bilerek araya sıkıştırmış olmam gibi
saçma bağzı şeyler
bazı şeylerin aramakla bulunmadığını, biraz cilve yaptığını söylersem hep birağızdan,
"aramakla bulunmaz ama bulanlar ancak arayanlardır"
diyebilirsiniz pekala güzel de dersiniz çalışmışsınız belli ki
belki de bulmak için önce arayanın kaybolması lazımdır.
derim ben de o vakit
-sesli düşünüyorum -
kim bilir..
şimdi hangi sözlüğün içinde, birinin o sayfaları açıp kendilerinin bulunmasını ve işaret parmağıyla takip edip okunmayı bekleyen kaç kelime vardır?
ben de bilmiyorum baya vardır herhalde.
-okuyucuya soru sorarak onu diri tutmak için için sorulmuş gereksiz bir soru işte-
velhasıl benim bütün bu paragraftaki zırvalarımın iki dizeden oluşan özeti yüzyıllar önce yazılmıştır.
ve şöyle demiş idir aşık yunus bu sözü;
                                                              "çeşmelerde bardağın doldurmadan kor isen
                                                               bin yıl orda dursa kendi dolası değil"
gönül bu.


geçmiş olsun
yazının bu kısmına kadar gelebilen dirayetli, tuttuğunu koparan, on numara beş yıldız, edebiyat ve sanat kaygısı gütmeyen herkese geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum.
hepimiz muhakkak ve ister istemez cebren ve yahut hile-siz bir şekilde geçmiş olacak bir şeyler yaşamışızdır muhakkak
hayat bu
eğer yaşamadıysanız -elbette ki temennimiz o yönde olacaktır-
ve yaşadığınız şeyler öyle hemen, hatta hiç geçmesini istemediğiniz kadar güzelse o zaman
hiç geçmemiş olsun dileklerimi bütün kalbimle -ya da böyle demek daha doğru olabilir-
kabım ve kalbim kadar yani kalbimin el verdiğince söylemek isterim
hiç geçmemişler olsun.

ne demek!
rica ederim


25 Mart 2020 Çarşamba

öbürlü dünya






















  "ölüler biz arkalarından konuşalım diye öldüler"




selamun aleyküm
bi süredir yoktum birileri demiş ki, öldü. haber verin doğru söylemişler. bir miktar ölüp bir miktar dirildim. her gün genel olarak ortalama 8 saat ölüp, kalan 16 saatte kendimizi yaşadığımıza inandırmaya çalıştığımızı hesaba katarsak, yalan da sayılmaz
yalansa yalan diyebilirsiniz

neyse ki size iyi haberlerim yok. olsaydı da size iyi haberlerimi söylemezdim. eğer size iyi bir şey söylemiş olsaydım sıkılırdınız,
insanlar iyi şeyler dinlemeyi sevmezler
insanlar kötü şeyleri de dinlemeyi sevmezler...
sonuç olarak insanlar dinlemeyi sevmezler
hem iyi şeyler birbirine benzer ama her kötü şeyin kendine has bir kötülüğü vardır.
hayat bu

neyse ben buraya iyi şeyler söylemeye gelmedim.
güzel, boş, romantik komediler bekleyen varsa yazının burdan sonrasını okumaması hayal kırıklığına uğramaması açısından okuyucunun kendi yararınadır. yazının devamında yaşanan veya yaşanması mümkün olan olaylar ve kişilerin büyük kısmı hayat ürünüdür. yazarın kendi öznel düşünceleri ise hayal ürünüdür. yazılarımızda domuz mamülleri de yoktur sizi temin ederim ama "halal" sertifikamız var dersem yalan söylemiş olurum ve yalan söylemiş olmak, yalan söyletmekten daha az kötü bir davranış değildir. hatta bu gereksiz aforizmada yapılmış olan laf kalabalıklı karşılaştırılan iki cümle hemen hemen aynı şeyi söylemektedir.
ee edebiyat bu

yine ilk aklıma geleni anlatmak için geldiğim bu yerde hiç aklımda olmayan şeylerden bahsettiğim bir yazıya dönüştü bu. müsadenizle esas meseleye gelmek isterim.
müsade sizin
müsadesizm
teşekkürler

ölmek üzerine yazmak isterdim, eğer yaşıyor olsaydım.

dün gece:
bu kötü şöhreti nedeniyle şarkılara, şiirlere ve çeşitli yazı türlerine söz konusu olan "yalan dünya"yla -ki dünyanın kendisi hakkında uydurulan bu mesnetsiz iddiaları hak etmediğini, insanların çoğunlukla kendi hatalarından meydana gelen sıkıntı ve dertlerini başka bir sebebe bağlama alışkanlığından kaynaklı yaptıkları bu hastalıklı benzetmeyi asıl kendilerine yapmaları gerektiğini de söylemeden geçemeyeceğim- irtibatımı kesip bunaltıcı düşlerime dalmadan, hatta düşlerime dalmak üzereyken bir anda içimden, "dışarıya bakmalısın" konu başlıklı bir his cereyan etti ben de bu akıma kapılıp perdeyi araladım. dışarıya bakar bakmaz yerlerin ıslak olduğunu ve buna bağlı olarak yağmurun yağmış olduğunu fark ettim. hala yağmurun yağıp yağmadığını anlamak için sokağın çeşitli yerlerinde göz gezdirdim. halbuki gökyüzüne veya sokak lambasının ışığına bakmam daha mantıklı ve yeterliydi. ama mantıkla bir işimin olmadığı aklıma gelince mantıklı bir sebep buldum ve şöyle dedim, "eğer bir yağmur sokakları ıslatmıyorsa o kadar da yağmur değildir."
-ee aforizma bu-

pencereyi açıp yağmurdan sonraki asfalt kokusunu (eğer bunu harflerele ifade etmem gerekirse ki ederiz, fffffııııı şeklinde) içime çekip dışarıya neden baktığımı unutarak yatağıma gömüldüm, yorganı tek bir hareketle ayağımın altına kıvırdım ve gözlerimi kapadım.

daha sonra bi anda
ikircikli bir irkintiyle gözlerimi açtım. (ikircik, senden ne güzel kuş ismi olurmuş)
ve aha! dedim ölüyorum.. uyursam sabaha çıkmayacağım.
hani insan bazen tam uyuyacakken, uyuduğu zaman öleceğini ve bir daha uyanamayacağını düşünür ya aynı o his işte.

bilmiyorum bu his kelimelerle nasıl anlatılır ama bir gece ortada ölmek için hiçbir sebep yokken -sanki sebep gerekmiş gibi- uyuyup sabaha uyandığımda daha doğrusu uyanamadığında kendimi ölü olarak gördüğümü düşünmek kalp atışlarımı hızlandırdı. adrenalin seviyemde bir miktar artış meydana geldi ve melatonin salgısı gözle görülür bir şekilde düştü. içimde meydana gelen bu sarsıntı ve sızlantıları kendime belli etmemeye çalışırken, hala bir tabutta sırt üstü gözleri açıkmış gibi yatıyordum. hiçbir şey yokmuş da susamışım gibi doğrulup sehpanın üzerindeki şişeyi kafama diktim. su içebildiğime göre yeterince yaşadığımı düşünüp biraz rahatladım kalkıp odanın ışığını uyandırdım ve yatakta bir süre oturup ölmek üzerine bazı şeyler söylendim..
ölüm bu

uyuyup öldüğünün bile farkında olmadan ölmek mi? yoksa yürürken bir arabanın çarpması sonucu ölmek mi? ya da bir kurşunla vurularak ya da bir depremde betonların altında kalarak mı? yoksa boğularak mı? bıçaklanarak mı? ya da başka bir sebepten dolayı mı ölmek istediğimi sordum kendime..

cevap veremedim.
seçemedim
çünkü seçilecek bir şey gibi gelmedi bana.

bu his bu düşlence bana bi kaç kez daha gelmiş misafir olmuştu. bilmiyorum şikayetçi değilim sadece diğer taraf için yeterli erzağı toplamadığımı düşünüp dertleniyorum. sonra uyanınca geçiyor işte o gece ölmediysem uzun bir süre daha ölmem diyorum bilincimin altından altından.
şerefsiz insan her şeyi unutuyor.

bilmiyorum ölümden muhabbet açılınca ilk olarak eniştemin şu sözü aklıma geliyor,
"ölmek manyak bişey yav"
şu ana kadar duyduğun ölümü en iyi anlatan ve anlatamayan cümle bu.

bi gün de biri bana rüysaında öldüğümü ve gerçekten ölmemem gerektiği temalı içinde, "ölmemeye bak" şeklinde kısa ve garip bir cümle barındıran bir mesaj atmıştı
o an ölü olmak istemiştim.

ne diyebilirim ki,
rabbim bizi öbür tarafa mahcup gitmekten korusun
sadece şunu biliyorum, ölen hep başkası olmayacak.
kendinize, sevdiklerinize ve muhtaçlara iyi bakın.
ee ne de olsa
öbür taraf bu




2 Şubat 2020 Pazar

bilinç kaçışı

"benim de boynumda chip var inim inim beni inletir."*




selamun aleykümler
merhabalar nerelerdesinizler
görüşemiyoruzlar
hiç aramıyorsunlar falanlar ve filanoviçler
sanki arasam açacaksınız, sanki gelsem haber vereceğim, sanki nerde olduğumuz çok umrumuzda birbirimizin amaan laf olsun torba hani bana hani bana desin işte. boş laf parayla değil ya vergisi yok, maliyeti nerdeyse sıfır. hatta biraz daha gayret edenlerin bu yolla peynir gemisi bile yürüttüğü rivayetler arasındadır. ben de gayret ediyorum bakalım peynir olur zeytin olur kahvaltılıklardan hangisini yürütebilirsem artık

bazen kafamın içinden sekiz on tane düşünce aynı anda dışarıya çıkmaya çalışıyor. o esnada ben de öyle zeki biri olmadığım için birkaç tanesini tutabiliyorum. ben o birkaç tanesiyle işlem yapmaya çalışırken arkalarından diğer başka düşünceler geliyor ve bir izdiham ve karmaşa meydana geliyor -tam bir kaos en sevdiğim- bunların niyetleri aklımda tutamadığım düşüncelerin yanına gidip aralarına karışarak benim o düşüncelerle bağımı iyice koparıp aklımı başka yere çekmektir. onları oraya gitmemeleri için ikna etmeye çalışırken asıl düşünmek istediğim şeyler de arada ezilir, ya tamamen uçar gider aklımdan ya da ezilmiş, kırılmış ele alındığında parça parça parmaklarımın arasından dökülen kelimeler ve herfler kalır elimde. ben de o eziklerden kalanı buraya şuraya ya da bir yerlere yazarım. yani siz şu an ezilmiş kelimelerden oluşan bir harf mezarlığının ortasındasınız. işte benim hayatım da aynen böyledir. -nasıl diye sormayın açıklayamam anlatımı zenginleştirmek için planlanmadan yapılmış bir şeydi. afili bi laf olsun diye yani açıklama yapamam sadece şekil şükül-

daha önce de yazdığım şeyleri bilinç akışı yöntemiyle yazdığımı söyleyenler olmuştu ben böyle bir şey yaptığımın farkında değildim ve bilmiyordum ama buna itiraz da etmedim çünkü okuyan insanların fikirlerinin önemli olduğunu düşünüyorum sonuçta aynada gördüğümüz kişiyle sokakta birinin karşısında gördüğü biz aynı biz değiliz. aynalar yalan söyler; kandırır, sizi olduğunuzdan on kat farklı gösterir inanmayın cep telefonu kameraları bile gerçek görünüşünüze daha yakınını verir. -tabi efektsiz diyorum no filter diyorum haa-  
ben sadece aklıma gelen şeyleri herhangi bir sıra veya sınıflandırma kaygısızlığıyla, organik bir şekilde yazmaya çalışan alemci bir delikanlıyım. yazdıklarımın çoğunu cümle içinde geçen rastgele bir kelime veya son yazdığım söz(cük) üzerinden devam ettirdiğimi söylersem sanırım yalan söylemiş olmam. bunun adını "bilinç kaçışı" koydum. -"bilin çakışı" aklımdan çık şurda ciddi bişeyler anlatmaya çalışıyorum- yani aslına bakarsanız bilincimden kaçamayan şeyleri yakalayıp bilincimden kaçamayan diğer şeylerle kendi özgür iradeleri dışında cebren ve bazen hileyle bir araya getirip birleştirme çabası denilebilir. ya da denilsin bilmiyorum.
yazdığım şeylerin ne olduğuyla ya da ne yazdığımla alakalı etraflıca düşünmedim açıkçası. -etraflıca düşünmek için yüksek bir yere çıkıp etrafı panaromik bir şekilde izlemem gerektiği fikri aklımdan çık lütfen- 
yazdığım şeylerin yazı değeri taşıyan şeyler olduğunu düşünmemem, yazdığım şeylerle ilgili düşünmememin başlıca sebeplerinden biri olabilir başlıca olmayan sebepler ise beni daha fazla düşünmeye zorladığı için o sebepleri şimdilik atlıyorum

ve ayrıca yazdığım şeylerle kendim arasında bir bağ olmaması için kafamdan elimden ve parmaklarımdan geleni yapıyorum. enteresandır bu iş bazı insan kişileri için oldukça zor ve bazı insan evlatları için oldukça da kolay bir şeymiş gibi görünebilme özelliğini kendi içinde barındırır. ben oldukça zor bulan insanlar arasına kendimi dahil ediyorum. -benden belge melge isteyecek halleri yoktur herhalde- böylelikle harfleri ve kelimeleri etki altında bırakmadan daha objektif bir şekilde bir araya getirebilirmişim gibi düşünüyorum bilmiyorum siz ne dersiniz bu konuya. -ne derseniz deyin bildiğimi okuyacağım zaten. (bildiğini okumak çok boş iş gibi geldi şu an biliyorsam niye tekrar okuyayım ki ha!) 

bu bonboş yazıya son verirkene ne dediğimi ve derdimi anlatamamış olmayı ümit ediyorum. -aslında umut da edebilirim ama iki u harfinin birer sessiz harf aralıklarla bir araya gelmesi canımı sıkıyor u harfine uyuz oluyorum-

bazen kendimi tekrar ettiğimin farkındayım ve bunun iyi bir şey olmadığının da farkındayım ama bunun kötü olduğuna inanmam için beni kandırmanız gerekir. canım isterse kolay kanarım ve canım istemezse de kolay kandırılırım- ayrıcana kimseye de kendimi tekrar etmeyeceğime dair bi söz verdiğimi hatırlamıyorum istediğim kadar kendimi tekrar edebilirim istediğim kadar kendimi tekrar edebilirim istediğim kadar ken
burda kestim karadeniz türküleri gibi oldu böyle fena olmadı sanki

not: herhangi bir cümleyi üç kere arka arkaya söyleyip üçüncüsünü yarıda keserseniz siz de bir karadeniz türküsü yazmış olursunuz.
teşekkürler





*beatmucid ceyhuni





13 Eylül 2019 Cuma

yazmadığım bazı şeyler









"bütün dünya benim olsa gitmez gamım nedendir bu
ezelden gam turabıyla yoğrulmuş bedendir bu"
                                       
                                                                     -vehbi


                                                                                     
selamun aleyküm

buraya gelip bir şeyler yazdığıma göre iyi değilim demektir. çünkü bizler genelde iyi olmadığımız zaman yazarız.

-reklam videosu-
merhaba arkadaşlar kanalıma hoşgeldiniz eğer yazının burasına kadar geldiyseniz beğenip -reklamı atla- abone olmayı unutma ihtimalinize karşı bu bölüm bir uyarı mahiyeti taşımaktadır. teşekkürler
-reklam sonu-

2019 yılının eylül ayında olduğumuz söyleniyor miladi takvimle aram pek yok hicri takvimden hoşlanıyorum daha samimi geliyor oraya göre 1441 yılındayız 1441 yılında olmak bana iyi geliyor. 600 sene filan daha yaşayacakmışım gibi hissediyorum. bilmiyorum

bildiğiniz üzre eylül ayındayız hüzün ve romantizmin birlikte harmanlanıp amiyane tabirle piç edildiği bir ay. bu ayın sonlarına doğru artık bol bol, yere dökülmüş yapraklar ve cama sıçrayan yağmur damlaları temalı fotoğraflar göreceğimizi tahmin etmek pek zor değil hatta garanti bile verebilirim ama ne gerek var zaten çoğu şey daha sonrasında garanti kapsamına girmediği için, dediğim şey de olmadığında garanti için bana gelirseniz sizi, "ee bu kullanıcı hatası yazıyı yanlış yorumlayıp kafanıza göre kullanmışsınız" diye azarlayıp gerekirse tartaklayıp garanti kapsamına girmediğini söyleyeceğime garanti verebilirim.
teşekkürler

boş lafları seviyorum dolu olan lafları duyduğumda onların dolu olduğunu anlamamı kolaylaştırıyor
-diğer boş lafları atlıyorum-
esasında ve aslına bakacak olursanız
yazacak bir şeyim yok. buraya kadar okuduğunuz her şey yazacak bir şeyimin olmamasının yazısı aslında yazmak çok enteresan bir şey yazacak bir şeyinizin olmamasını yazmak da yazacak bir şeylerin olmasına dalalet ediyor
adeta garibal bir enfeksiyon
çoğenteresant

yazamayacak şeylerim bu seferlik bu kadar
şimdi daha önce uyuyamadığım uykuları düşünüp uyumaya çalışacağım
hatta şimdi uyuyup üçyüz sene sonra uyanmak ve bakkala gidince verdiğim paranın antika değerinde olduğunun anlaşılmasını ve ardından define kaçakçılığı suçundan hapis yatmak ve hapiste baş kahramanı gastronomi profesörü olmayan prof. it erol'un pek de kimsenin ilgisini çekmeyen hayatını kaleme almak istiyorum. hayırlısı bakalım
inşallah dua saatime gelmemiştir allahım beni affet sen affetmelerin en birincisisin.

büyük laflar etmek küçük bir adam olduğum için hoşuma gidiyor.
altında kalınca küçük lafların ne kadar kıymetli susmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu bana hatırlatıyor
tamam neyse iki gün sonra uyansam da olur
hatta uyusam uyanmasam ve uyanmadığımın farkında olmasam da olabilir
neden olmasındı

neyse uyuyanları rahatsız etmeyelim
her şeye rağmen gülmeyin bazen ağlayın
bazen de içinize atın ince hastalığa tutulursunız belki de içinizde bişeyler biter
rastgele



resim: köksalplt

1 Temmuz 2019 Pazartesi

kelimelerin kıyafetsiz kaldığı an













çok akıllı biri olduğumu hiç düşünmemiştim ama bu kadar saftirik olduğumu da tahmin etmezdim. artık kulağımda bir küpelik daha yer oldu.
teşekkürler

sözcüklerin bir araya gelerek dahi bir anlam bütünü oluşturamayıp; cümlelerin düşük yaptığı, nesnelerin eksik kaldığı, anlatımın bozulduğu, seslerin uyuşmadığı ve kelimelerin kıyafetsiz kaldığı yere geldim
buraları bi yerden hatırlıyorum hiç değişmemiş
aynı
bok gibi
midem bulanıyor
                          sebebi bok değil

o yüzden anlatacak bir şeyim ve kelimeleri bir anlam bütünlüğü oluşturacak şekilde bir araya getirip sıralamaya kudretim yok
teşekkürler.





19 Haziran 2019 Çarşamba

kafam yanımda değil









selamunaleykümaleykümselam

merhabalar uzun zamandır yoktum.
sırf uzun zamandır yoktum demek için uzun zaman bir şey yazmıyorum. çok havalı.
uzun zamandır yoktum
yıllardan 2019  ve aylardan haziran olduğunu söylersem sanırım yanılmış olmam
havaların çok sıcak olması kiraz mevsiminin geçmesi ve okulların kapandığını hesaba katarak böyle bir tahminde bulunduğum için başta ekim olmak üzere tüm aylardan özür diliyorum.
özür dilemek beni özgür hissettiriyor
sadece kelime benzerliğinden.
ay yıl ve günlerle aramız yok
pazartesi sendromum yok
gece sela okununca ertesi günün cuma olduğunu anlıyorum
en son takvime baktığımda mayıs ayının 21'i gösterdiğini samimiyetle söyleyebilirim
samimiyetle söyledim deyince insanlar samimi zannediyor

kafam yanımda değil kusura bakmayın
ağırlık yapıyor diye çoğu zaman yanıma almıyorum
lazım olursa ki çok fazla lazım olmuyor
en yakınımda kim varsa onu salık veriyorum
bakın bakın diyorum bunun kafası daha iyi çalışıyor ona sorun o yapar valla bak o halleder!
nidalarıyla insanları savuşturuyorum
"savuşturmak" sen ne güzel bir eylemimizsin
 en güzel teşekkürler senin olsun

haber vermeden ortadan kaybolmayı severim
arandığında haber alınamayan biri olmak hoşuma gidiyor
ortadan kaybolmamın kimse için bir anlamının olmadığının farkında olmak hoşuma gitmiyor
kimseyi meraklandırmayacak kadar serkeş bir hayat yaşıyor olmam haber vermeden ortadan kaybolmanın cezbediciliğine bir miktar zarar verse de cezbettiği kadarını seviyoruz
azla yetinmeyi sizden öğrenecek değiliz
(cezb: kendine doğru çekme)
gerçekten bu kelime bizi kendine doğru çekiyor
cezbe bizi cezbediyor.
mahvettin bizi

hiç de üzülmeyin
mahvola mahvola insan daha iyi mahvolmayı öğreniyor
hiç üzülmeyin insan bir şekilde yaş(atıl)ıyor
ölmeyince yaşayor zannediliyorsunuz
bir şekilde oluyor-olduruluyor
bir şekilde ölüyor ve öldürülünüyor
bunların hepsi de aynı şeydir hiç üzülmeyin
yalnız ben olurlara pek olur gözle bakmıyorum
olmazlar daha samimi diyorum
hatta bunla ilgili bir aforizma bile uydurdum;
"olurlar genelde olmaz ama olmazların olduğu olurların olmasından daha fazlaca görülmüştür"
fena: olmadı

son zamanlarda
insanların çoğu insan değildir.
tezim üzerinde çalışıyorum ve bu konuda
iddialıyım
-iddialı olmak üzerine iddialı değilim
iddia kelimesi güzel bir kelime değil-
kusura bakmak isteyen bakmaklarda özgürdür ama
çoğumuzun insan taklidi yaptığını düşünüyorum
üstelik bazılarımızın taklit yeteneğinin yavanlığı da üç beş kilometre öteden belli oluyor
inşallah yanılıyorumdur
yanılmak haklı çıkmaktan daha çok hoşuma gider
tüm samimiyetimle söylüyorum ve tüm samimiyetimle sövüyorum

sözlerime son verirkene
son olarak şunu söyleyemek isterim ki
"tüm samimiyetimle söylüyorum" diyen bir insan muhtemelen ve çok kuvvetli bir ihtimalle
tüm samimiyetiyle söylemiyordur
söylese duramazdı
duramazdınız
duramazlardı
duramazdık
duramaz

bu arada "son olarak şunu söylemek istiyorum" minvalinde birşeyler diyen birinin söylediği şey son olarak söylediği şey değildir.
teşekkürler
minval sen ne minnoş bir kelimemizsin
teşekkürler
tereddütle kalın.

sana da teşekkürler







6 Ağustos 2018 Pazartesi

bütün bunlardan banane


"günler, aylar, yıllar çok çabuk geçiyor" demek bana artık çok boş bir lafmış gibi gelmeye başladı. ki zaten boş bir laf.
geçen yıllar, günler, saatler; müthiş bir kararlılık, konsantrasyon ve görev bilinciyle taviz vermeden en iyi yaptıkları şeyi yaparak geçip gitmeye devam ediyor.
geçmeyen günler ise kendi içinde yediye ayrı      lıyor

bir örnek vermek gerekirse ki veririz
bildiğiniz üzre; cuma ve ertesi ile pazar ve tesi
salıçarşamb ve perş
bu yedi gün de üşenmeyip kendi içinde 24'e ayrılmayı uygun görmüşler
24 ün her biri de, "madem onlar ayrılıyor bizim ne eksiğimiz var" deyü kendi içlerinde 60'a ayrı lıvermişler.
başka bir rivayet her 60'ın, "herkesler ayrılıyor biz birleşelim kardeşlerim"deyip 1'le birleşmeyi tercih ettiğini söylese de biz akademik sosyolojik ve birkaçtanedahaolojik arkadaşımızla beraber, "bu mesnetsiz bir iddia, bize belgelerle gelin belgelerle! diyerek savuşturuyor, belgelerle gelenlerin ise belgelerini okumuyor ve gerekli gördüğümüz taktirde iddia sahiplerini tartaklıyoruz.
-tartaklamak kelimesi hoşumuza gittiği için-

mesnetsiz iddia demişken
en sevdiğim iddia türüdür kendileri çünkü çürütmesi kolay olur. ve hemen hemen herkesin mesnetsiz bir iddiası mutlaka vardır. çünkü bol keseden atmayı, ahkam kesmeyi, büyük konuşmayı ve beylik laflar etmeyi çok severizdir. -mesel a, bu cümle bile mesnetsiz bir iddiadır ve bu tezimin yazılı kanıtıdır.- bir insanda bu özelliklerden biri bile varsa onunla biraz muhabbet ettikten sonra en az bir mesnetsiz iddia ortaya atacaktır hem de bu iddianın mesnetsiz olduğunu sonradan fark edecek kadar gözleri belermiş olarak.
isterseniz sayın
-demedi.
demeyin.

şimdi buraya kadar yazdığım iki paragrafta ortaya birsürü iddia atttığıma dair bahse girerim
bunun bir iddia olmadığını düşünenlerle de bahse girerim
bundan sonra hiçbir zaman iddia etmeyeceğime de bahse girerim
iddialı olmadığım konusunda iddialıyım
bahse girelim

büyük konuşmamak üzerine büyük sözler söyledim
iyi veya kötü güzel veya çirkin hiç mühimi yok
sadece karar vermeye karar verdim
ilk verdiğim karar, karar vermek oldu
sürekli kendimle ilgili konuştuğumu ve kendimi anlattığımı düşünmeye başladığımdan beri...
cümlenin sonunu getiremiyorum

bu arada küçük eti cinle büyük eti cinin tatları aynı değil. büyük daha güzel küçükte malzemeden çalmışlar.

16 Mayıs 2018 Çarşamba

ben ne dediğimi biliyo muyum




öncelikle,
yazdıklarımla kafamdakiler arasında en az bağı kurarak bir araya getirmeye çalıştığım,
sözü fazla uzatmamak isterken uzattığımın tamamen farkında olarak;
kendi özgür irade
istek ve arzuları
heva ve hevesleri
amaç ve gayeleri
meyil ve talepleri
murad ve emelleri
dışında
cebren ve hileyle bir araya getirdiğim bu kelimelerden
ayrı ayrı özür diliyorum.
lütfen söyleyin beni affetsinler.
affedilmeyi severim

takdir edersiniz ki affetmek affedilmekten zordur.
yine takdir edersiniz ki bu sözün öyle aforizmalık bir tarafı da yoktur.
üstelik ben bunu latince falan da söylememişimdir
derler ki, "quidquid latine dictum sit, altum viditur."
latince ne derseniz deyin söylenen söz kulağa derin/güzel gelir.
değişik geldiği kesin
lakin derin mi güzel mi orasını isteyen tartışır
isteyen alır cebine koyar lazım olur deyü
latince bilmeyenler burdan sonra okumayı bırakabilsinler
özgürlüğe önem vermesini iyi biliriz
örneğin, cezaevleri kapatılsın
hapishaneler açık kalabilir

bazen
hapishaneye düşersem oradan yazar olarak çıkacağımı düşünüyorum
düzeltiyorum
oradan bir kitap yazarak çıkacağımı düşünüyorum
düzeltiyorum2
oradan kısa bir kitap yazarak çıkacağımı düşünüyorum
her kitap yazan yazar değildir bildiğiniz üzere
ama her kitabı bir yazar yazar
p is q = kitap yazan herkes yazar değildir ama bütün kitapları yazan bir yazar vardır
ve tabi ki göklerden gelen bir karar vardır
evet bu konu hakkında ciddiyim -kitap konusunda-
ama işleyeceğim suç hakkında kararsızım
tekliflere açım
tekliflere açığım
tekliflere aşığım
ve kararsızım
yaz kızım, karar: sızım

şimdi en zor yere gelmenin yine yazılanlara bir son eklemenin yani bir sonuca bağlanması gerektiği yanılgısıyla yüzleşmenin, yani hayatları boyunca yanıldığını bile düşünmeyenlerin mecburiyetten hayatına devam edenleri yargılamasına benzedi bu
neyse
anlatamadım


4 Şubat 2018 Pazar

bir şeyler oldu



ekmek yapmayı öğrendim. artık hayatıma devam etmek için dışarı çıkmama gerek kalmıyor.
gelen arkadaşlarımdan sadece un istiyorum. ekmeği poğaçaya benzetiyorlar, övgü mü yergi mi anlamıyorum.

kendimi sürekli kendimi ikna etmeye çalışırken yakalıyorum.
hiç bir şey yokmuş gibi davranmasını beklediğim için, hiç bir şey yokmuş gibi davranmıyor.
canımı sıkıyorum hoşuna gidiyor şerefsizin

ölmemek için kendime yeni sebepler arıyorum
sebep azlığının adını 'sebepler' koydum. bazen işler iyi olur da birden çok sebep bulursam, diğerini bir sonraki sebebe kadar oda sıcaklığında
saklıyorum

gözüm sürekli onu arıyor
meşgul çalıyor
böyle şeyler sadece filmlerde olur sanırmıştım
sadece filmlerde olurmuş
yanılmamışım

virgüllerden dönmek kolaymış
gerçek bir dönüm noktasındayım
noktanın etrafında dönüp duruyorum
açıkçası ne yapacağımı bilmez bir halde
ne yapacağımı bilmiyorum
üstelik ne yapacağımı bilememek bana 
ne yapamayabileceğim hakkında bir bilgi de vermiyor
en ufak dahil


28 Eylül 2017 Perşembe

iyiyim iyi bir şeyim yok
















bazen lambaları söndürüp yatağına tam uzanacağın vakit, oturup şöyle bir etrafa bakmak istersin sonra etrafa bakmak isteği de de gelir yanına oturur. beraber şöyle bi etrafa bakarsınız.. bakarsınız ve gariptir bazı şeyleri ilk kez gördüğünüzü, bazı şeylerin aslında sizin zihninizdeki yerlerinde olmadığını bazı şeylerin de hiç olmadıklarını görürsünüz. hiç olmamak iddialı ve zor bir şeydir ve hiç olmayan arkadaşları tebrik edersiniz. ya bi dakika kardeşim iyi güzel konuşuyosun da lambalar sönük nasıl görüyorsun bunları diyeniniz çıkabilir. onlara bi iki çift lafım var hem de aforizma: evet görüyorum çünkü karanlık etrafı göstermemek için değil daha iyi göstermek için vardır. yok bu olmadı aforizma oturmamış daha. - karanlık bir şeyleri karartmak için değil aydınlığın değeri anlaşılsın için vardır. neyse benim aforizmam bitti siz devam edin. ha bu konuylan ilintili yarım kalan bir şiirimde bir şeyler okumak isterim size.



göz karanlığa
kulak sessizliğe alışıryeter kigönül sensizliğe alışmasın.beni okuduğunuz için teşekkürler arkadaşlar. kanalıma abone olun diyeceğim ama henüz bi kanalım yok.

17 Aralık 2013 Salı

geç kağıdı


bir gün yine hava yağmurlu mevsimlerden kış, aylardan hatırlamıyorum.
sabah altıda kalkıp yirmi belki yirmi beş dakika yürüme mesafesinde olan okula gitmem lazım. altı buçukta ders başlıyor. sobalı bir evde büyüdüyseniz gece sıcacık sobayla yatıp sabah kalktığınızda evde değil de dışarıda yatmış gibi bir soğukla karşılaşacağınızı bilirsiniz uyanınca da yorganı hemen kafaya çeker yatağın içindeki o sıcaklıkta ölene kadar uyumak istersiniz. ben de aynen öyle yaptım. neredeyse dizlerim ağzıma girecek şekilde bükülüp tekrar sevgili döşeğime gömülüp sevgili yorganıma sarıldım. öyle bir sıcaklık ki insanın ayı olup 3-5 ay kış uykusuna yatası gelir.. 


öyle bi günlerden birindeyiz.
lise 2 olması lazım ikinci saat inkılap tarihi dersinden sınav var tarihin en sevmediğim zamanları. ulan dedim "yat boşver, sınav ikinci ders zaten 40 dakika daha sana müsaade" kendime izin verdim. sabahın köründe uyanıp tekrar uyumanın verdiği mutlulukla tekrar uyudum. mışıl mışıl uykum kendi kurduğum telefonun o mal sesiyle bozuldu kalktım üstümü başımı giyip yola koyuldum.

zaten yağmur yağıyo diye yüzümü bile yıkamadım. tam teneffüse denk getirdim giriş saatini öyle hesaplı kitaplıyım plan on numara işliyor. zil çalınca sınıfa girdim duvar kenarındaki yerime oturdum. en sevdiğim yer duvar kenarıydı çünkü hem iyi kopya çekiliyordu hem de sırtımı dayayacak bir duvarın yokluğunu da bu sayede hissetmiyordum.

-tipsiz hoca içeri girer-

lan dersi zaten sevmiyorum bir de bu gıcık, ayar ve uyuz olduğum hoca derse girince ben ilk çağ uygarlığından başlayıp neredeyse bütün insanlık tarihine saydırıyorum bütün ergenliğimle. gerçi devamsızlık haklarımın çoğunu bu ders için kullanarak kendimi tarihten soğutmaktan lise iki dönemi boyunca uzaklaştırmayı başarmıştım. o ayrı.

-tipsiz hoca içeri girmişti evet.- 

sonra hemen beni gördü tabi tipsiz tipsizi çeker.


-sen yeni mi geldin?

+evet hocam. (sıçan gibi olmuşuz tabi anlarsın anasını satayım)

-o zaman git idareden geç kağıdı al gel yoksa sınava giremezsin.

bak bak hareketlere bak. şunun laflara triplere bak. niye sevmediğimi uyuz olduğumu daha da anlatmaya gerek yok sanırım görüyorsunuz arkadaşlar. içimden tövbe ve estağfurullahlar çekerken sen sabır ver ya rabbelalemin diyerek cevap verdim.

+ hocam ilk ders gelmediğim için yarım gün yok yazılıyorum zaten. geç kağıdına ne gerek var.

- yok ille de geç kağıdı yoksa sınava almam.

dellendim ben tabi, daha saçlarımdan ağzıma yüzüme sular damlıyo. rahmet sadece benim üzerime yağmış sanki. ne güzel nurlanmışım. ama fazla sürmedi bu nur. çıktım, idareye giderken hocanın bütün eş dost ve sülalesiyle tanış oldum tabi. neyse müdür, müdür yardımcısı yok bilmem kaçıncı müdür yardımcısı yok cart yok curt girdim çıktım. bunlara yağ bal çeken bi adam da olmadığım için bana kelek yaptılar tabi vermediler geç kağıdı mı neyse nası saçma bi kağıtsa artık kimse vermeye yanaşmadı. çıktım sınıfa geçtim kağıdı yani ya da kağıttan geçtim geç kağıdı hay ananı...

+ vermediler hocam, geç kağıdı kalmamış mı bitmiş mi. -niye vermediklerini hatırlamıyorum muhtemelen geç kalmasaydın deyip başından savdı ben de yalvarıp yakarmadım-
- yok o zaman sınava alamam.

dedi. 
tamam dedim hatta tamam demedim hiç bişey demeden çıktım sınıftan. netice itibariyle sınava giremedik. aslan gibi sıfırımızı aldık. 
şimdi işin yoksa bu uyuz olduğun dersin ikinci sınavından 90 veya 100 al. yoksa geçemeyeceğim dersi.

gel zaman geç zaman ikinci sınav zamanı geldi. ben tabi köpek gibi çalışmışım inkılabından giriyorum ihtilalinden çıkıyorum girdim sınava çatır çutur yaptım.
bizim tipsiz sınavdan sonraki ders sınıfa geldi sonuçları okumaya başladı
sıra geldi banaaa

-feridun demir, -biraz duraksayarak- 95.

ben sırtımı duvara verip ağzımın sağ tarafını yukarıya kaldırıp gözlerimi kısmak ve sağ elimdeki sıfır 7 rotring kaleme havada artistik patinaj yaptırarak gülüyorum. tipsiz gözlüğünü ucuyla "kimla bu 95 alan merak ettim" der gibi iki saniyelik bi bakış attıktan sonra 
- sen ilk sınava girmemişsin
dedi. yapma ya girmemişim 
almadınız hocam ikinci ders geldim diye dedim. sesini çıkarmadı diğer kağıtları  hemen sınav kağıtlarını okumaya devam etti. sınav sonucunu öğrendikten sonra ben hemen okuldan kaçıp döşeğimdeki sıcaklık daha tam soğumadan aynı surat ifadesiyle eve ulaşmak için koşarak uzaklaşıyordum

liseli sokaklardan koşarak uzaklaşır..

15 Nisan 2013 Pazartesi

serbest düşüş



sağ elimde aklıma ve aklımda kalan şeyleri
ya da aklımda kalmayacaklarından emin olduklarımı yazdığım
x bir bankanın eşantiyon olarak dayıma 
dayımın da, "al sen seversin" diye bana verdiği gri bir defter
içinde sadece başlığı yazılmış şiirler
içinde şiirleri yazılmış başlıksız, diğer lüzumsuz vızıltı ve zırvalamalar ve
bağımsızlığını ilan edememiş ya da bazı sayfalarda özerkliğini ilan etmiş harf toplulukları
sol elimde kuru yemişçiden aldığım antep fıstıklar
fıstık kabuklarının yere düştükten sonra çıkardığı sesler -elimde değil-
yere düştüğünde ne kadar iyi ses çıkarırsa fıstığın o kadar kaliteli ve iyi kavrulmuş olduğunu belli eder
düşüncesi zihnimde
yürüyüşüme değişik bir hava falan katmadığı halde yokuştan iniyorum
nereye gideceğimi bilmeden yürümek istemekle birlikte yürüyoruz
                                                                      
yokuş aşağı adım atmadan, yer çekimi veya arş itimi kanunun bana
benim de ayaklarıma verdiğim yetkiye dayanarak dünyaya düşüyorum
-gines rekorlar kitabına dünyanın en serbest düşüşünü yapan adam olarak giremememin tek nedeni başvuru yapmaya üşenmiş olmam.-
o sırada serbest serbest düşerken, bir alt sokağa giren amca oğlunu gördüm tesadüf bu ya!
- muzo değil mi lan o dedim?
+ evet evet diye cevap verdim soruma
kendi kendime soru sorup istediğim cevapları vermeyi severim
muzo! dedim duymadı. ikinci sefer lan muzoo! dedim
iki "o" harfi ekledim üstüne hem de bir ünlem yuh dedim yani yuh dil bilgisi kitabı mı fırlatalım illa ki kafana nasıl duymuyorsun
gayet de öyle güzel güzel duymuyor adam

aksak olmasına aksak bir o kadar da kilolu olmasına rağmen yılan gibi kıvrılıyor kerata
fırından ekmek alıp dönen çocuk ekmeğin buharından beni
ben de ekmeğin kokusundan onu görmeden yanımdan geçiyor
yirmi yirmi beş adım daha düştükten sonra muzo'nun döndüğü sokağa girdim
ben o sokağa dönünce muhtemelen o da bir sonraki sokaktan sola dönmüştü
buraları iyi bilirdim atımın oynak yeriydi
ben bir sonraki sokaktan sola dönünce o da yine sağa dönmüş olmalıydı
ben bir sonraki sağa dönmüş olsaydım
o da muhtemelen bi yerlere dönecek diye en sonunda düşmeyi bıraktım
sanki hoşgör mahallesi bir labirent olmuştu ben de labirentin içinde muzo'yu arayan fare
ulan dedim muzo ulan muzo
çocukken de söz duymaz dinlemezdin sen
az mı dayak yedin
yememen gereken dayakları göğsünde az mı yumuşattın muzo
ah ulan muzo
çocukluğumuzu hatırladım o dayak yerken dayak yemediğim için kendime kızdım
kızarken eve yaklaştım
hayatımın genelinde yaptığım gibi düz devam ederken..
neyse ulan neyse dedim kes traşı zaten aynı eve gidiyoruz diye yine kendime kızdım 
yokuş artık bitmiş sayılmalıydı
üstüm başım yıldız tozu meteor parçacıkları olduğu halde
herhangi bir karşılama töreniyle karşılanmayacak olmamı bilmenin rahatlığıyla
mahallenin girişine doğru düşüşümü tamamladım
o sırada istemsizce "siz benim neden düştüğümü nerden bileceksiniz"
türküsünü söylemeye başlamış olduğumu kapıya yaklaşınca farkettim
türkü söylerken sokakta kimselerin olmaması onlar için büyük bir şanstı 

deniz seviyesinden iki metre aşağıdaki yağmur yağdığında sürekli su basan
bizim eski, muzo'ların yeni evine doğru son kısa metrajlı düşüşümü de gerçekleştirip kapıya vurdum
-kimo dedi muzo
ulan dedim ulan muzo
o göbekle dünyanın en uzun serbest düşüşünü yaptığın yetmezmiş gibi deniz seviyesinden iki metre aşağıdaki eve ondan önce girdiğin amca oğlunum dedim
muzo "siktir lan" diyerek kapıyı açtı
kabul etmeliyim senkronize bir açılıştı, bir nevi karşılama gibiydi
siktir lan dediği an yüz yüze gelmiştik
sövme lan yavşak dedim
bir metre ve iki merdiven daha düşerek içeriye girdim


devam etmeyecek.






5 Nisan 2013 Cuma

kıssadan kıssa












"chuang tzu bir gün rüyasında bir kelebek olduğunu görür.
uyandığında ise kendisini rüyasında kelebek olduğunu gören chuang tzu mu,
yoksa rüyasında chuang tzu olduğunu gören bir kelebek mi olduğuna karar veremez."

6 Mart 2013 Çarşamba

hatasız harf olmaz
















bazı insanlar vardır ve hiç görmediğin ama ismini bilirsin, sonra onlar senin bildiğin şekilde kafanda şekillenir. bir gün fotoğrafını görürsün ya da videosunu... kafanda canlanan kişinin gerçekte olan kişiyle alakası yoktur. ya da kafanda canlandırdığın kişi ile gerçeği neredeyse aynıdır.

-evet söyleyeceklerim bu kadar yazdıklarımdan sonra inanın ben de bir sonuca bağlamak istedim ama söylemek istediklerim sadece bu kadar. neyse durun yine de giderayak bir güzellik yapayım.-
bence insan her zaman söylemek istediği şeyi aklından diline ulaştığı gibi söylemelidir.
fazla düşünmek fazla ihtimal eder, fazla ihitimal fazla hata getirir.
-bakın burda da ben aforizma kasmak falan istemedin ne geliyorsa aklıma.. bu yazdığım işte.-şimdi bu yazdığıklarımı tekrar falan okumak istemiyorum hatası varsa da olsun. hatasız harf olmaz.   

karıncalara küp şeker verelim.

27 Aralık 2012 Perşembe

milena'ya


















sevgili bayan milena; beni affedin, bu mektubu size klavyeden yazıyorum. zaman çok değişti. -hiç sormayın- sevgili milena. insan değişen zamana ayak uydurmakta zorluk çekiyor. artık mektup yazmak, hatta "mektup" kelimesini cümle içinde kullanmak bile çok değerli. o kadar değişik ve o kadar çabuk değişiyor ki zaman, biz "zaman değişiyor" derken. ben "zaman değişiyor" diye yazarken bile bir şeyler değişmeye devam ediyor. insan buna engel olamıyor sevgili milena. insan aslında hiçbir şeye engel olamıyor bana sorarsanız ama siz yine de bana sormayın benim bildiğim yanıldığıma yetmiyor.


zamana söz geçiremiyoruz demiştim değil mi milena. saatleri geri alıyoruz bazen saatleri ileri alıyoruz falan. zamanın bundan haberi yok. su bile ayak uyduramıyor artık, zaman hep bildiğini okuyor da biz dinlemiyoruz üstelik bilmediğimizi yazmaya çalışmakta ısrarla devam ediyoruz. gördüğünüz gibi size mektup diye yazdığım bu yazı bile şiire çalıyor. affetmek affedilmekten daha asil bir davranıştır sevgili milena
beni affedin. bu sözü de bir yere not alın güzel oldu.

bu arada sevgili milena çorapları nereye koydun giderken bulamıyorum.

10 Ekim 2012 Çarşamba

çamaşır klavyesi


-eskiyen çamaşır makinesinin çamaşırları sıkarken çıkardığı ses-
farsça türkü söyleyen amcanın ağzından dökülen, şirazi sözler

-çamaşır makinesinin sıkmayı bitirirken çıkardığı ses-

farsça şarkının giderek azalan sesi ve taneleşen sözleri "...ender ümid-vâri"

-çamaşır makinesinin durma sesi-
klavyeden çıkan parmak sesleri
tıktık-tık-tıktık-tık-tık

-klavyeden yazılan son kelimeler-
klavyeden yazılan son kelime
klavyeden yazılan son
yazılan son
son

susan şarkı, 
http://www.youtube.com/watch?v=q1tRVBjS4tQ

30 Eylül 2012 Pazar

ismini hatırlamadığım kovboy filmi diyaloğu aşağıdaki gibi değildir















geçen gün peder yine yabancı bir film aramak üzere rutin kanal arama işini yaparken trt 1'de bir kovboy filmi yakaladı. bulunca da özellikle kovboy filmi arıyormuş da bulmuş gibi sevindi kumandayı eline alıp çiçek oldu.

ben de filmin kendime göre izlenebilir olup olmadığına karar vermek için kulak ve göz misafiri oldum. baktım film iyi, güzel diyaloglar da akıp geçmekte iyice dikkat kesildim ve birazdan aşağıda okuyacağınız diyaloğu son anda yakaladım. bazı yerleri salladım ama orijinal metne sadık kalmaya gayret gösterdim.

*ekşın!*

[esas oğlan çetesine yeni adamlar kazandırmaya çalışmaktadır ve meksikalı iyi bir silahşörle karşılarşır]
-motor!

+ adın ne?
- santiago alvarez domingo rodrigez.
+ neden size bu kadar uzun isim verirler?
- bilmiyorum belki de hayatlarımız kısa sürdüğü içindir...

-üç noktadan sonra düşünüyoruz-hamiş: kovboy deyince aklıma ilk clint eastwood geldiği için bu resmi koydum. filme oynayan oyunculardan hiçbirini tanımadığım için koyamadım adını da nasıl çevirmişlerse orijinalini de bulamadım. sizin anlayacağınız filmde clint abimiz yok.

28 Eylül 2012 Cuma

murat menteş'le nasıl fotoğraf çektiremedim


-hemen şimdi, aşağıda-

geçen sene bu aralar –eğer tabi beyoğlu sahaf festivali geçen sene bu aralar yapıldıysa-
istanbul’a gittim -edirne’ye gitmeden mecburen uğramam gerek-
istanbul gibi bir şehre gelip arkadaşlarla buluşup iki lafın tomografisini çekip, gezmeden olmaz dedim.
arkadaşlarla buluşup, -samet, uğur, emre, osman- biraz gezip dolaştık.
 –özet geçiyorum buraları-
antepten gelmeden önce zaten aklımda sahaf festivaline uğrama vardı.
bir de murat menteş’in imza günü olduğu haberini alınca dedim, “olum bundan sonra istanbula gelip de sahaf festivaline nerde denk gelicen hadi geldin murat menteş’i nerden bulucan!?”
evet lan haklıyım dedim kendi kendime hak verdim.
Hemen bizim çocuklara söyledim onların başka işleri falan vardı heralde hatırlamıyorum
beni otobüs bindirip yolladılar. -vayn be, başlarından mı savdılar beni yoksa!? ben onlara sorarım!-
o taraflara birkaç kez gittim ama bilmiyorum neyse otobüse bindim
bir iki durak sonra elinde “korkma ben varım” kitabı olan benim yaşlarda bi elaman da otobüse bindi.
dedim, "selamun aleyküm"
dedi, "aleyküm selam"
"menteş’in imza gününe mi bilader?" dedim.
evet dedi çocuk. "hacı ben de oraya gidicem nerde olduğunu da bilmiyorum inerken bana haber et."
tamam dedi eleman mekana gelince beraber indik
“hemen zaten şu yukarda, uzak değil” dedi.
ilerde baktım tabelalar falan var –sahaf festivali, sahaf festivaline gider-
eyvallah dedim sağolasın.
hızlı adımlarla gittim -ne acelem varsa-
baktım menteş'in geleceği kitapçının orda üç beş kişi var ben de o tarafa gittim sıraya girdim.
yarım saat falan var.
hee sıraya girmeden önce baktım yanımda kitap yok! kitaplar hep edirne'de gideyim de bi kitap alayım adama göbeğimi mi imzalatıcam dedim. kendime atarlandım, sonra hemen kendimi sakinleştirip,
kitapçıdan “garanti karantina”yı aldım.
-Üzerinize afiyet pek severim o kitabı, bir de imzalı olsun dedim.-
sırada bekliyorum heyecanlı heyecanlı bu arada baya kalabalık olduk
30-40 kişi oldu baktım kızlar “aa geliyor bak!” falan diye kendi aralarında heyecanlı heyecanlı konuşurken
baktım istiklal tarafından yürüyerek geliyor.
bir daha baktım vayn anasını dedim murat menteş harbiden geliyo lan!
-gelmeden evvel de tam kaldırımda bir çocuk yolunu kesti konuştular falan sonra bizden tarafa doğru yürüdü- hemen fotoğraf makinesini çıkarıp gelirken çekmeye başladım çat1, çaat2, çaat3,
bu arada iyice yaklaştı sonra kim lan bu! der gibi bana baktı
çaaaat4 o bakışta fena bi poz yakaladım.

herkese merhaba, ve tekrar merhaba dedikten sonra  kendisine ayrılan yere oturdu.
üç beş dakka sonra imzaya başladı.
kitabı imzalatan arkadaşlardan bazılar fotoğraf falan çektirelim deyince “kusura bakmayın” falan diyerek kibarca geri çevirdi.
ben de kulak misafiri olduğumdan teklif etmedim.
-ulan dedim zaten sen bu adamla fotoğraf çektirmek için gelmedin-
sonra -aynen lan dedim ben kitap imzalatıp iki kelam etmeye geldim- dedim
kendime hak verdim.
-kendim diye söylüyorum, kendimle çok iyi anlaşıyoruz allah bozmasın.-

öndekilerin imzalar atıldı sonra sıra bana geldiiii, kitabı uzattım
-“merhaba abi” dedim. O da
+”merhaba hoş geldin” dedi
- “eyvallah abi dedim”
kitabı alırken,
+“aslında şiirlerim de kötüdür” dedi.
-“olur mu abi o zaman biz ölek!” dedim –biz ölek’i içimden söyledim”
içimden dediğimi duymuş gibi tebessüm etti.
sonra “ne yazayım” der gibi kafasını kalrıdı dedim abi,
-“feridun’dan sevgilerle yazarsanız dedim, hediye edicem. hava atıcam dedim.”
sonra adımı soyadımı yazdı,
+“hava diye de yazıym mı?” dedi gülerek.
-ulan dedim ne makara adamsın içimden-
-“yok dedim abi gerek yok heralde anlar dedim.”
sonra teşekkür ettim tanıştığıma memnun oldum dedim.
otururken de birkaç fotoğrafını çekip olay yerinden yavaşça uzaklaştım.
velhasıl kelam murat menteş güzel adamdır.
bir gün o da kendine güzel bir at alıp gidecektir
biz güzel adamlar gitmeden kıymet bilmesini öğrenelim yeter.

okuduğunuz için teşekkürler -okumadığınız için üzülmeyin-
allaha emanet olun
kimseye karışmayın.





bunlar da fotoğraflar;