var mı bişeyler

kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2024 Cuma

vüs'at o. bener - bay muannit sahtegi'nin notları

      


selamlar, çok saygısever, saygısayar, saygıçizer ve saygıdiğer okur. 
yaklaşık bir yıldır buralara hiç bir şey yazmadığımla ilgili nedamet dolu girizgahlara hiç tenezzül etmeden konuya girmek isterim. ne sizin ne de benim hayattaki en önemli şeyi olan vaktini de bu sayede laf-ı güzaflarla heder etmemiş oluruz diye düşünüyorum. 
-teşekkürler. -
uzun zaman sonra burada olmamıza sebep olan kitabımızın adı çok güzel. vüs'at o. bener'in yazmış olduğu bu kısa kitabı ben 2013'te okumuşum geçen gün kitaplıkta okumadığım kitaplara göz gezdirirken bu eski arkadaşa rastlayıp çizmiş olduğum yerleri tekrar okuyunca o zaman madem neden bloga yazıp sevgili dostlarımla paylaşmamayım dedim ve şimdi sizi bu notlarla baş başa bırakıyorum. benim yazdıklarımı bile buraya kadar okuduysanız muannit sahtegi bey'in notlarını da seve seve okursunuz diye düşünüyorum. 
-sonda sürpriz var. teşekkürler.-


"bay muannit sahtegi'nin notları"

"yine öldürgen bir intihar sabahı, yirmi miligram nobraksin almama karşın, ellerimin titremesini önleyemiyorum, kaydın bay muannit sahtegi, yapma, seni konuşmak değil, yazmak kurtarır derken, yani günlük adı altında ilk üç beş tümcenin yazıldığı günden tam üç yıl sonra, yeniden başlamayı deniyorum. yoksa, galiba, dün gördüğüm, yanıbaşında sulandırılmış rakı şişesi, dilenen ihtiyardan beter yıkılmış olacağım. neyi, nasıl, niçin kurtarmak? neden bunca korkmak yıkılmaktan, yok olmaktan. canlılık rastlantısal oluşumu, geciktirilebilir avuntusuna sığınmayacağım, tek kuşkulu güvencem, gücüm bu. hadi çabuk, iç çek biraz, zayıflığını kimse görmüyor nasıl olsa. sonra bırakma, salma kendini, yaz ince eleyip sık dokumadan, kim ne derse desin. ardına kalmamayı erdem saymak, hele günübirlik kime ne'lik yaşamaları kâğıda geçirmemek; unutulurum kaygısıyla başvurulan sığ yöntemlere tepki burnubüyüklüğüdür; bunca ertelemek, durup dururken kesivermek de belki." 
s.9 

"taşıllaşır umuduyla, susku öncesini, yeryüzü çekiminden kurtulamaz bilgisizliği yüzünden, bir demir gülle bağlayıp çamurlu dibe salmıştım. derine adamakıllı gömülmüştür, daha da gömülmektedir.." 
s.10 

"çocuk yürekli insanlarla bir geceyi yarılamak, seni duymaya yaradı, özlemini çoğaltmakla bozguna hazır, göstermelik iç dengemi alt üst etti." 
s.13 

"herkesin bayıldığı zanaate alışamadım, neye alışabildim ki! yapım en büyümsenir tutkulara bile yatkın, yetkin değil. kurak, çorak." 
s.13 

"senin o köpeksi gülüşümlerinin, çehov gözlüklerinin ardında yatanın, öyle ahım şahım yaşam saltanatı olmadığını, hiçbir şeye güvenmeyerek söylememe izin ver." 
s.13 

"anlamak işim değil, anlatmak hiç, o da anlamazdan gelmek direnisinde usta" 
s.13 

"şimdiye dek aklım neredeydi. hiçbir yerde olamayan aklımın nereden olduğunu ben ne bileyim. geçirmeye gelmek istememiştim oysa. küskündüm iyice. kaçınılamazlık kötü huylu uru, istencin yönlendiremediği antikorların darmadağın saldırılarıyla ara sıra duraklasa bile, kemirgenliğini geliştirdi hep." 
s.17 

"karşılıksız sevgi yanılgısının ayrımındalığına belbağlayabilseydim bari." 
s.17 

"günah, günah nedir sorusunu soran meraklının kalpazan yüreğine saplı bursa bıçağıdır daha doğrusu." s.20 

"düşmutluları topunuzun canı cehenneme!" 
s.18 

"birdenbire çökmedim, çökerek bu günlere geldim."
s.26 

"insan sevmesin, erinin osuruğu mis kokar derdi, rahmetli büyükanam. birimiz leylak koktu mu işler karışır bayanlar baylar. biz leylak kokamayız. birimiz sümbülleşmeye kalktı mı, hepimize aşağılık kompleksi gelir." 
s.30 

"dolaşık, amanvermez biçem oyunlarını bozmaya, anlaşılırlığa yöneldiğimi kanıtlamaya çabaladığımdan bu yana övgüler almaya başladım." 
s.35 

"yazık ki, bir kez ölmüyor ölüm, ölüp ölüp diriliyor" 
-shakespeare 

"kişi ya tam yürekli olmalı, ya tam dayanıksız" 
s.47 

"kendi tutumlarımızdaki terslikleri görmezden gelişimiz; egemenlik tutkularımıza, zekamıza, aklımıza verdiğimiz aşırı önemin boşluğunu, boş yüceliğini unutmamız şaşırtıcı boyutlara varıyor." 
s.50 

"notlarıma çekidüzen vermeye karar verdim, hemen caydım. içim sıkılıyor." 
s.62 

"boyutlanamamış konuşmalar, ataklarının altı; içtenlik özlemi, yalnızlık yakıntısı. ilgi kuramamak kuramını geliştirdiğine inanmaya savaşıyor gibi. dil ustalığı ya da tökezlemesine önlem alınmamış görüntüsü verilerek, çözümleme alışverişi güya. engel, belki onun 'entelekt' döngüsünden çıkamayışı, tüm alçakgönüllülük çabalarına karşın. bu gece başkalığını başka, geniş zamanda ele alabilirim türküsünü söyeyeyim bari.." 
s.73 

"bıraktığım yerden sürdüreyim diyorum, bıraktıklarımın önemsizliğini bilerek." 
s.90 

son olarak ilk kez duyduğum bazı vüs'at o. bener kelimeleri gelsün,
-öldürgen- 
-dural- 
-tansıklık- 
-göğsümdeliği- 
-önyazgı- 
-ilengen- 
-burunduran- 
-buyrukkuluymuşumcasına- 
-ivecen- 
-buçukkulak- 
-yepelek- 
-inanmazlaşmak-

24 Ağustos 2023 Perşembe

franz kafka - bir köy hekimi

"geçen gün adliye sarayının dışındaki merdivenlerde akıldan yana şansı olmamış bir mübaşir gördüm"
s8

"reçete yazmak değil, insanlarla anlaşmak zordur."
s13

"şu gezip dolaşan hastaların biri bile bana yardım etmiyor."
s16

"bu mutsuz çağın ayazına çırılçıplak maruz kalan ihtiyar bir adam olan ben, bu dünyaya ait olmayan atların çektiği dünyevi bir arabayla başıboş dolanıyorum"
s24

"çaresiz hayvanlarız, elimizde dişlerimizden başka şey yok; iyi ya da kötü, dişlerimiz olmasa ne yapardık?"
s26

"onunla birlikteyken yalnız hissediyor kendini insan."
s37

"mecbur kalınca bir çıkış yolu bulabilmek için ne pahasına olursa olsun nasıl da her şey öğreniliyor."
s37

"övgüye bu denli kesinlikle layık olan birini övmek, övgü denen şeyin içini boşaltmaktır biraz da."
s38

"öyle ufak tefek birine top sakal hiç yakışmaz oysa"
s39

"oysa ben onun gözlerindeki ayartıcı parıltının ıslak bir süngerle bile silinebileceğini biliyorum"
s39

"uçmak gereksinimi de güçsüzlükten kaynaklanmaz mı, uçmak bocalamak, karasızca kanat çırpmaktan başka nedir?"
s40

"bana, “giderken seni de yanıma alacağım baba,” der gibi baktığında içimden ona, “güveneceğim son kişi sensin,” demek geliyor. işte o anda bakışlarında, “hiç olmazsa sonuncu olarak güveniyorsun,” anlamı seziliyor."
s40

"itaat etmekten kaçınamadığım tek yasa, aklınıza gelebilecek her türlü inattan kaçınmak oldu."
s46

"özgürlük, en yüce duygulardan sayılıyorsa, onun yolunda aldanma da en yüce aldanma sayılıyor."
s49

"bir çıkış yolu bulmam gerektiğini fakat bu yolu kaçmaya çalışmakla bulamayacağımı sezmiştim herhalde. kaçabilmenin mümkün olup olmadığını gerçekten bilemiyorum"
s51



14 Ağustos 2023 Pazartesi

kum kitabı - jorge luis borges


"olay 1969 şubat'ında, boston'ın kuzeyindeki cambridge'de geçti. ozaman bunu yazmadım, çünkü amacım unutmaktı, aklımı oynatmamak için. bugün, birkaç yıl geçtikten sonra kâğıda dökersem başkalarının bunu öykü olarak okuyacağını ve zamanla belki benim için de bir öykü niteliğine bürünebileceğim düşünüyorum."

s.11

"kaçınılmaz olarak, nehir bana zamanı düşündürdü."

s.11

"birden, bu ânı daha önce yaşadığım duygusuna kapıldım (psikologlara göre bu, bir yorgunluk haline karşılık oluyor).

s.11

"ben yavaş yavaş ölmekte olan çok yaşlı bir kadınım. kimse böylesine alışılagelmiş, sıradan bir şey yüzünden üzülmesin."

s.13

"şiir, gerçekten olmuş olanı değil de, bir özlemi dile getirdiğinde güzeldir."

s.16

"bütün bunlar bir mucize ve mucizeler korkunçtur"

s.16

"tasalanma, yavaş yavaş artan körlük pek trajik değil. ağır bir yaz akşamı gibi."

s.17


"öyküm gerçeğe sadık olacak ya da en azından o gerçekten sakladığım anıya; sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkar. olaylar yakın geçmişte, ama edebi alışkanlıkların ikinci derecede ayrıntılar ekleyip önemli noktaları vurgulamayı gerektirdiğini biliyorum."

s.18

"hazırcevap görünmek istiyordu ve bu tümceyi ilk kez söylemediğini anladım. sonradan öğrendim bu sözlerin kendisine benzemediğini, zaten söylediğimiz bize benzemez her zaman."

s.18

"siyahlara bürünmüştü, oysa doğanın sönük yüzünü renklerle canlandırmaya çalışan kuzey yörelerinde ender rastlanan bir şeydir bu."

s.18


"yalnız gezinmeyi sevdiğini söyledi. schopenhauer’in bir şakasını anımsayıp yanıtladım:

- ben de. biz ikimiz beraber çıkabiliriz öyleyse."

s.19

"o sırada bir kurdun uluduğunu duydum. daha önce hiç kurt uluması duymamıştım, ama bunun bir kurt olduğunu anladım."

s.19

"belirli yaştaki bir bekâr için, sunulan aşk artık beklenmeyen bir armağandır."

s.19

"bütün bunlar bir düş gibi, dedim ve ben asla düş görmem."

s.20


"yalnızlık bana acı vermiyor, insanın kendisine ve kendi huylarına katlanmasıyla hayat zaten yeterince zor."

s.22

"yaşlandığımı anlıyorum; en şaşmaz belirti de yeniliklerin beni ilgilendirmemesi, eğlendirmemesi; belki de temelde yeni olmadıklarını, olsa olsa eskinin ürkek varyasyonları olduklarını kavramadan ileri geliyor."

s.22


"gençliğimde günbatımlarına, kenar mahallelere ve mutsuzluğa bayılırdım."

s.22

"ey geceler! ey ılık ve paylaşılmış karanlıklar! ey gölgelerde gizli bir ırmak gibi akan aşk! ey her birinin öbürü olduğu o esrime ânı! ey esrimenin saflığı ve arılığı! ey kendimizden geçtiğimiz, sonrasında uykuya daldığımız birleşme! ey günün ilk ışınları ve onun seyrine dalışım!"

s.34

"beatrice gemiye gelmedi; ona göre vedalaşmalar anlamsız üzüntü bayramlarıydı ve dramatik olaylardan tiksiniyordu. bir önceki kış karşılaştığımız kitaplıkta vedalaştık. ben korkak bir adamım: mektup bekleme sıkıntısını önlemek için adresimi vermedim."

s.34

"sayfalar dolusu bir mektup yazdım, montevideo’dan ayrılırken yırtıp attım."

s.35

"birkaç yüzyılda bir iskenderiye kitaplığı yakılır."

s.37

"kötülük yapmak istedim, iyilik yapmışım."

s.38

"sözcükler paylaşılmış bir hafıza gerektiren simgelerdir "
s.39

"hepimizin bir ölüm karşısında duyduklarımızı duydum: daha çok yakınlık göstermemiş olmanın artık gereksiz pişmanlığı. insan, ölülerle konuşurken, ölü olduğunu unutuyor.

s.40

"kargaları ele alın: ne ekerler, ne biçerler, ne kilerleri vardır, ne de ambarları , ama tanrı onları besler. siz onlardan daha mı az değerlisiniz?"

s.47

"öğrenmek anımsamaksa, bilmemenin yalnızca unutmuş olma anlamını taşıdığını ileri sürdüğünü söylemişti."

s.51


"arjantin’de hiçbir köy yoktur ki öbürüne benzemesin, kendinin farklı olduğunu düşünme açısından bile. aynı toprak yollar, aynı tekerlek izleri, aynı alçak çatılı evler ve bütün bunlar at sırtında giden bir adamı daha önemli gösterir."

s.52

"en parlak başarılar sözcüklerle perçinlenmezse ışıltılarını kaybederler."

s.56

"azov denizi kıyısında hiçbir zaman unutmayacağım bir kadın tarafından sevildim; onu terk ettim ya da o beni terk etti, ikisi de aynı şey zaten."

s.63

"bir yunan askeri beni düelloya kışkırttı ve iki kılıç arasında bir seçim yapmak için zorladı. biri diğerinden bir karış fazlaydı. beni korkutmaya çalıştığını sezip kısa olanını seçtim. bana, neden diye sordu. yumruğumdan yüreğine olan uzaklığın aynı olduğu karşılığını verdim."

s.63


"kendini sana veren ilk kadından ne aldın, diye sordu.

– her şeyi, diye yanıtladım."

s.64

"kimse iki bin kitap okuyamaz. zaten önemli olan okumak değil, yeniden okumaktır."

s.67

"artık yoksulluğun acısını çeken kalmadı. kuşkusuz bayağılığın en sıkıcı biçimi olan zenginlikten yakınan da yok. herkesin bir işlevi var."

s.68


"kendisine bir erkeğin kadınları düşünmemesi gerektiği söylenmişti, özellikle yanında olmadıkları zaman."

s.80

"bir tutuklu ya da kör için zaman, hafif meyildeki su gibi akar."

s.81

"bir şeyi görebilmek için onu anlamak gerekir."


23 Mart 2018 Cuma

şule gürbüz, kambur







bu kitap bilmem kaçıncı sayfadaki o sarsakça
cümleyi söyleyebilmek için yazılmıştır
.”

   -şule gürbüz


merhabalar sevgili okur.
size böyle hitap etmek bana, sanki çok iyi bir yazarmışım da çok fazla okurum varmış da böyle artist artist laflar ediyormuşum gibi hissettirdiği için böyle hitap ediyorum. 
eğer bu bir kusursa icabına bakmanızı salık vermekten kendimi alma niyetimin hiç olmadığını da bilmenizi isterim.
teşekkürler.

bu kısa ancak gereksiz açıklamadan sonra buraya esas gelme nedenimi yazmakta bir beis* (okuduğum metinlerde anlamını bilmediğim kelimelerin sayfa altına not düşülmesi hoşuma giderdi. siz sevgili okurlarım arasından da benim gibi düşünenler olduğunu düşünerekten böyle bir uygulamaya gittim -sanki e-devlet anasını satayım uygulamaya gitmişmiş lafa bak hele!- umarım beğenirsiniz.) göremiyorum. çok uzattım. çok uzatırsam lütfen bana, "uzatme len!" deyin.

buraya bulunma nedenim çok kıymetli mekanik saat ustası ve pek değerli müelliflerimizden* sevgili şule gürbüz hanımefendi. kendisinin adını ve kitaplarını daha önce duymuş, bir kaç röportajını okumuş ve kendisi hakkında güzel şeyler hissetmiştim.  geçen gün kütüphanede katalog tarama bilgisayarlarının önünden geçerken bir anda adı aklımda zuhur* edince hemen klavyeye sarılıp arattım kütüphanede bulunan tek eseri olan kambur adlı kitabı hemen bulup okumaya başladım. yaklaşık iki saatte kitabı okuyup bitirdim. ee okudun da ne anladın hadi anlat derseniz anlatamam. çünkü kitap, film, karikatür bunlar çok anlatılacak şeyler değil gibi düşünüyorum. ya da ben anlatamıyorum diyeyim. zaten iyi bir anlatıcı olsam sizin karşınıza burada değil yutupta filan çıkardım. ben de iyi anlatamadığım için yazmayı tercih ediyorum napayım? ha o çok iyi diye mi tercih ettim? hayır. benim adım hıdır elimden gelen şimdilik budur. -amma da sordunuz soruşturdunuz. normal hayatta da böyleyseniz allah yakınlarınıza sabır versin-

velhasıl kelam iki saatte okudum kitabı. zaten çok uzun da değildi hap gibi bir şey başlayınca da bitirmeden gidemiyorsunuz. biraz okuyup sonra devam ederim kitaplarından değil. başlayınca bitirilmeden rahat edilmeyen kitaplardan. eğer şule gürbüz'ün diğer kitapları da böyleyse elimden çekeceği var hepsini okurum affetmem. gerçi bi ara kitabı alıp evde devam edeyim diye düşünmüştüm ama kütüphane kartımı kaybettiğimi hatırlamamla bu fikrimi iptal etmem arasında üç dört saniye geçtiğini zannediyorum. binaenaleyh* kitabı bırakamama nedenlerimden birinin de bu kart zımbırtısı* olduğu bazı rivayetlerde söylenebilir. hadi madem söylensin..

yaa! kim derdi ki insanın kütüphane kartının olmaması bir kitabı bitirmeden kütüphaneden çıkamamasına neden olsun. valla çok güzel oluyor gördük. demek ki,
kötü denilen bir olay sonuç olarak iyi bir şey de meydana getirebiliyor.
demek ki, kötü dediğimiz şey aslında kötü olmayabilir. ona kötü diyen belki de bizim zaviyemizdir.* kötü olan bizim kafamızın içidir belki.
aynı şekilde, iyi dediğimiz şey de iyi olmayabilir.
sonuçta iyi diyen biziz ve bize çok güvenemiyorum kusura bakmayın. 

konu neden buraya geldi seslerini duyuyor gibiyim ve işin enteresan tarafı size katılıyorum mevzumuz kitaptı lütfen devam edelim. 

evet,
çoğu zaman adetim olduğu üzre kitap okurken sevdiğim, hoşuma giden, kulağıma küpe olmasını istediğim ya da ortamlarda artistlik olsun diye alıntı yapmak için bazı cümlelerin altını çizerim. bu kitapta da altını çizdiğim epey bir yer oldu. altını çizdim derken kütüphaneye ait bir kitabın altını çizmeyi hoş bulmadığımdan çizeceğim yerleri not almayı uygun gördüm. ve bu notları burada paylaşarak hem kendi okuduğum kitabın çizili yerlerini tekrar etmiş; hem merak eden arkadaşlarla da paylaşmış ve hem de bir arşiv olarak burada saklamış olurum. dedim. lafı daha fazla uzatmadan şule gürbüz'ü dinliyoruz.


-------------  dikkat (biraz) spoiler  -----------

....

"akıl ideale varamayınca hicve varıyor."

"postacıyı sorguya çektim. hayatında hiç konyak içip içmediğini sorup, ağzını aradım. "içmez olur muyum bayılırım." dedi.arkamda sakladığım bir çift tahta takunyayı kafasına iki taraftan yapıştırdım. şimdi çok pişmanım; bu davranış bana hiç yakışmadı. haftaya dek beklemeli; onu içeri davet edip zehirlemeliydim. lanet olsun. - tez canlılık işte!"

"..sormaktan nefret ederim - kim neyi bilebilir ki? ne sorarsanız sorun, herkesin hemen kendini düşünmesi ve kendini anlatmaya başlaması bu yüzdendir."

"...ama anlatmaktan korkar oldum. neyi anlatsam, onu kaybediyorum."

"bir şeylerin, insan soyunun devamı olmak beni öyle sıkıyor ki..."

"daha sakin yaşamalı, günlerimi daha boş geçirmeliyim - kendimden utanıyorum."

"kendine inananın yaşayabilmesi, mümkün değil - kendine inanan, başka hiçbir şeye inanamaz. başkalarını inandırma çabası, kendine ait inanç kırıntılarından bir an önce kurtulma isteğidir. ah, bu söylediklerime de bir inanan olsa ... -olsa da hemen bunlara da ihanet etsem. inanç ile şüphe etmenin dışındaki yol nedir ki... inanç, bilmediği halde şüphe etmemek; ötekiyse bilmediği halde şüphe etmektir."

" bakışlarımın çok derin ve keskin olduğu kanısındayım. ama bunu söyleyen hiç olmadı."

"birisinin ölümüne üzülmek bile, o kimse için bambaşka bir ölüm düşlediğiniz içindir."

"sanırım yaşayabilmenin diğer bir yolu da, kötü alışkanlık denilip yaka silkilen şeylerden kendinize uygun olan birine saplanmak, bir şeyin tiryakisi olmaktır. yaşamınızı kolaylaştırdığı gibi ölümünüzü de yakınlaştırır. başkalarını da alıştırabilme gibi bir eğlencesi, alışmamakta direneni, dolaylı yoldan zehirlemenin oyalamasıdır."

"çoğu cümlenin başı doğru, sonu yalandır. -bunun gibi.. cümleleri tamamlamanın gereksizliği ve zararı da buradadır. tek bir kelime söyleyip, ya da biraz ilerleyip susabilirsiniz. nasıl olsa gerçeğe ihanet etmeden bir şeyi anlatmanın olanağı yoktur."

"en çok sağ elimin küçük parmağını severim. küçükken bir kazayla kopmuştu. kim bilir nerededir."

"tavsiye ettiği kitapları kimse okumuyordu ki, o da sonlarını öğrensin."

"söylediğim bir şeyi savunuyorum mu demektir? söylemek savunmanın bir biçimi mi? oysa ben söylediğim her şeyi, yarı yarıya, hem savunmak hem de yerin dibine batırmak istiyorum. söz aynaysa, yansıtır yalnızca - hiçbir zaman kendisi değildir. insanlar bu aynaların düz mü eğri mi olduğuyla ilgilidirler; benimse aynaları kırmak, en büyük zevkim."

"bildiği bazı şeyler vardı; ama onları bir türlü hatırlayamazdı."

"bir gün daha bitirmenin sevincini, yarına başlıyor olmam yarıda bırakıyor."

"artık kendim diken oldum - ayakkabısız gezebilirim"

"insan ara sıra evini yakmalı - ve çıkıp seyretmeli"

"gökyüzü her zamanki gibi, her zamankinden farklı."




beis: engel, uymazlık, sakınca, kötülük, zarar.
binaenaleyhbundan ötürü, bunun için, bundan dolayı, bunun üzerine, dolayısıyla.
müellif: yazar.
zuhur: ortaya çıkma, görünme, belirme, baş gösterme, meydana çıkma
zımbırtı: adı hatırlanmayan veya söylenmek istenmeyen ufak ve değersiz bir şeyi anlatmak için kullanılan bir söz, zırıltı, zamazingo, zamkinos
zaviye: anlayış, görüş, bakış açısı
spoiler: ing:bozguncubir kitabin, filmin veya başka bir zımbırtının. daha önce onu okumamış/seyretmemiş olanlar için inciğinden cıncığına kadar anlatılması.


11 Nisan 2016 Pazartesi

kırmızı pazartesi






“santiago nasar, kendi düşüncesine göre, kapalı yerdeki çiçeklerin kokusunun ölümle yakın bir ilişkisi olduğunu sık sık söylerdi.”


öncelikle;
zaman içerisinde aklımda, zihnimde -ve ne yazık ki gönlümde- neredeyse kalmayan, üzerine su dökülmüş ve sönmek üzere olan bir köze benzeyen yazma isteğinin üstüne bir miktar çalı çırpı ve kömür atıp yansın diye tüm nefesiyle üflediği yetmezmiş gibi elindeki kitapla yellemeye devam ettiği için rahmetli gabriel garcia marquez’e burdan teşekkürlerimi iletiyorum. hikayeden etkilenip bu yazıyı ve aşağıdaki şiyir’i yazmama vesile olan da bizzat kendisidir. -alkışlar falan gelecek-


kırmızı

santiago nasar öldüğünde mahalleden sevdiğim bir abim ölmüş gibi üzüldüm, hatta son sayfayı okurken üzülmeyi biraz abartıp gözlerime hakim olamadığım da rivayetler arasındadır. -oraya fazla girmiyoruz- bugünkü halimi görse bence nasar da üzülür, elini omzuma koyup, "üzülme be her şey olacağına varır. zaten bu sadece bir kitap burada geçen kişiler ve kurumlardan çoğu hayal ürünü." derdi. ben de "umarım öyledir." derdim.
kimmiş bu nasar? kimin nesiymiş biraz anlatayım.

gabriel garcia marquez'in okuduğum ilk romanı olan kırmızı pazartesi'nin bahtsız kahramanının adı santiago. nasar isminden de babasının kuzey afrika'dan kolombiya'ya göçen bir arap olduğunu anlıyoruz. romanı iki günde okuyup yazarın kısa ve öz dili, alışılagelmemiş kurgusu ve sürükleyip yerlerde debelendiren üslubunun etkisinden bu satırları yazarken de kurtulamadığımı söyleyebilirim. -evet söylüyorum-

hala okuduğum kitaplardan etkilenip bunun hakkında bir şeyler yazıyor olmak çok güzel siz de gelin. maalesef her okuduğu kitapta oturup bir şeyler yazayım d(iy)emiyor insan. okuduğu yazar onu düşündürüp, ezberini bozup, kafasını bulandırıp, hissettiklerini yazmadan duramayacak kıvama getiriyorsa da peşini bırakmıyor onun. kafka'nın dediği gibi, "okuduğumuz kitap kafamıza bir balyoz gibi inmiyorsa niye okumaya devam edelim!" -niye edelim abi!-
kafka fazla haklı ben de etmiyorum.
kimse kusura bakabilir.


yazı birazcık spoiler içerebilir ama bu, kitabı okumamanız için hiçbir şekilde bahane olamaz. olmasın.
okuyunuz okutturunuz.
üzülünüz, üzmeyiniz sayın okur.
buyurunuz. -buyurmayınız-


pazartesi

“beni öldürdüler wene hala”*

öldürüleceğini kendisinden başka herkesin bildiği
ve
kimsenin bir şey yap(a)madığı bir adam
arap bir baba ve amerika güneylisi bir anadan olma
kıvırcık saçı yirmi yaşında
ölmeden önce bir saat uykuyla ayakta
hep ağaçlar görürdü rüyasında
ve annesi;
başkalarının rüyalarını yemekten önce aç karnına
anlatmaları koşuluyla doğru yorumlamakta üstüne
                                                         olmayan kadın
oğlunun gördüğü rüyada
yok! dedi hiçbir kötüuğursuz durum!

“kader bizleri görünmez kılar”
dedi savcı
birbirinden ayırt edilemeyecek kadar ikiz
kardeşler tarafından evinin ve dahi annesinin
üç saniye önce kapattığı kapının önünde
arkadaşı onu başka yerde ararken üstelik
eskimiş kasap bıçaklarıyla öldürüldü
üç gündür uyumayan ikizlerden ikincisi
-veya birinci olan-
“sanki iki kez uyanık olmak gibiydi”
diye anlatacaktı o günü,
yıllar sonra

santiago nasar’ı öldürdüler wene hala
neden öldürüldüğü hakkında hiçbir fikri olmadan.

4 Nisan 2014 Cuma

aylak adam


















“…
boş bir sıra bulup oturdular. güler’in çantası aralarında kaldı.

- en kötüsü güzel burunlu yaratılmaktır. adınız güler, değil mi?

-ben daha sizinkini bilmiyorum

öğreneceksiniz. bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. ama yapışıp kalıyor ona. onsuz olamıyor. (sustu bir sigara yaktı.) bakın, şimdi adımdan daha önemli bir şey biliyorsunuz; sigara içtiğimi. işte bir başkası: bütün bu “siz”ler, “iz”ler, “uz”lardan sıkılırım ben. yapmacık, fazlalık gibi gelirler bana. ikinci konuşmamda “sen” diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam. ne dersin(iz)?”

- galiba sizi anlıyorum.
- yanılıyorsun. “siz” anlanmaz, “sen” anlanır. bazı kitaplarda “sizi seviyorum”u okuyunca gülerim. sanki “siz” sevilirmiş! “sen” sevilir, değil mi?

- seni anlıyorum.

…”

-yusuf atılgan, aylak adam. s:61-

27 Kasım 2013 Çarşamba

Sakine’nin Mil Çekilmiş Gözleri





Ben Numan.


Hem bu hanın hem de bitişikteki evin sahibi.


Bu gece, ilk kez bu gece, gidecek başka bir yeri olmadığı için kendi hanına konaklamış bir misafirden başkası değilim. Başkalarına kiraya verdiğim odalardan birisinin içinde bir konuk, başkalarına hazırlattığım yataklardan birisinin üzerinde yorgun bir yolcuyum. Eğer bu gün yaşadıklarım olmasaydı, yüzümün kederinden tir tir titreyen şu çıranın kıyısında oturmak yerine, karım Sakine’nin yanında derin uykuya çekilmiş olacaktım şimdi. Ama bu gün, gün açılırken ve gün kapanırken karım Sakine iki kere karşıma çıktı ve öleceğim güne kadar beni acısıyla yaşamaya mahkum edecek bir oyun oynadı. Aslında yaptığına oyun demek konusunda kararsızım. Olup bitenlerin sebebini kavrayamadığım için, biraz da kendimi avutmak bahanesi ile bu kelimeyi kullandım. Zaten, kelimeleri yan yana getirip, başıma gelenleri bir kez daha düşünmem bile Tanrı’nın hala Numan’a acıdığını gösteriyor. Çünkü, hikayeleri orada burada anlatılan ansızın çıldırmış insanlardan birisi de ben olabilirdim pekala. Eğer bu gün çıldırmadıysam, bunu yalnızca sahibimin merhametine borçluyum. Yine de sabaha varıp varamayacağımı bilmiyorum; çektiğim ızdırap, güneşin doğuşu ile dağılıp gidecek ızdıraplardan değil. Sabaha varsam bile, içine düştüğüm karanlık, bundan sonra günlerin getirdiği bütün hediyeleri esirgeyecek benden. Size başımdan geçenleri anlattığımda, bu sözlerimin boş sözler olmadıklarına fazlasıyla inanacaksınız!


Sabahleyin, her sabah nasıl uyanırsam öyle uyandım. Her sabah olduğu gibi karım Sakine benden önce kalkmış, evin bitişiğindeki hanına gidecek olan kocasına kahvaltı hazırlamaya koyulmuştu; öyle zannediyordum. Onun gelip beni çağırmasını beklerken biraz daha gömüldüm yatağıma, gözlerimi yumarak uykumu uzatmaya niyetlendim. Bu benim alışkanlığımdır, Sakine’nin mutfakta çıkardığı tıkırtıları dinleyecek yatağa yayılıp bir süre daha uyumayı severim. Ama bu sabahın işaretleri, tam ben gözlerimi yumacakken ortaya çıkmaya başladı. Her gün bana ninni gibi gelen o mutfak tıkırtılarını alamadım bir türlü. Önce bir sebep aramadım buna, sağıma soluma döndüm, karımın başucuma gelip, “Kalk Numan” diyeceği anı bekledim. Ne kadar beklediğim bilmiyorum, çünkü beklerken zaman büklüm büklüm bükülmeye başlar. Kısa bir an uzar da uzar. Bekledikçe içime bir kurt düştü. Bir yerden sonra o kurt, karım Sakine’nin gelmesini beklemeden kaldırdı beni yatağımdan. Sağ göğsümü kaşıyarak doğru mutfağa gittim. Sakine’yi, pencerenin hizasına denk gelen bir yerde, hazırladığı sofraya bakarken buldum. Saçlarını toplamamıştı daha, alnına bir top ışık düşüyordu. Öyle dalmıştı ki, bir süre zülüflerinin altındaki gözlerini, gecelik şarabi entarisinin içindeki bedenini aradım. Soğuk bir sınır vardı aramızda sanki, bir benzerini daha önce yaşamadığım garip bir mesafe. Sonra, geceliğinin dalgalanmaya başlamasını, yavaşca yerinden doğrulup pencerenin kıyısına dikilişini izledim. Tam orada durup, “Numan karşıma gel!” dedi. Bunun bir emir mi, bir arzu mu, yoksa bir dilenme mi olduğunu ayırt edemeden geçip dikildim karşısına. Karım, yine bir emir mi, bir arzu mu, yoksa bir dilenme mi olduğunu bilmediğim garip bir ses tonuyla, “Gözlerime bak Numan.” Dedi. Baktım. Bir süre gözlerimizin bebekleri birbirine dokundu; kirpiklerimiz inip kalkmak için birbirini bekledi. Ben Sakine’nin gözlerine, o ise benim, gözlerine hangi gözle baktığıma bakıyordu. Göz kapanlarını indirip tekrar yerine oturuncaya kadar devam etti bu.


Sakine’nin iki gözü vardı!


Kahvaltımı yapıp hana geldiğimde, gün boyunca aynı cümleyi tekrarlayıp durdum:


“Sakine’nin iki gözü varmış!”



Akşam başıma gelecekleri bilmeden, her gün oturduğum evin altında bir define keşfetmiş definecinin telaşıyla dolanıp durdum ortalıkta. Geceleri olmadık hikayeler anlatıp, gündüzleri de kendisine kapanan Hikayeci Tahir’in kaldığı odanın kapısından geçtim birkaç kez. Hanın ahırına girip çıktım. Bir vakitler şehrimize gelip, bende bir iki geceliğine konaklayan ilginç Seyyah’ın salonda oturduğu yere oturdum. Bazı soğuk gecelerde donmamak için hanıma sığınan Konos gibi, ben de gidip mangalın başına tünedim. Her biri değişik zamanlarda hanımda misafir olan horultulu tüccarları, kaçak beyler, handa bile birbirini arzulamaktan vazgeçmeyen genç evlileri, paraları çalınmasın diye elbiseleriyle yatan yolcuları, yıllardan başka gidecek yerleri olmayan silik yüzleri düşündüm. Anlayacağınız, karım Sakine'nin gözlerini aklımdan çıkarmak için ne gerekiyorsa yaptım; ama olmadı.


İki gözü vardı Sakine’nin çünkü!



Ancak hayal tüccarlarının satabileceği iki güzel göz. Her gece beni karşılayan, her sabah beni uğurlayan, elime, ayağıma, saçlarıma, hatta gözlerimin içine bakan bu iki gözü şimdiye kadar nasıl olup da göremediğimi düşündükçe, hırsımdan kendime zarar verme noktasına geldim.


“Her gün iki parlak yıldızın baş ucunda uyumuşsun ama fark etmemişsin Numan” dedim kendi kendime.“Kimsenin gidemeyeceği iki güzel ülken olmuş, sen yine fark etmemişsin.” Meğer ben, bütün misafirlerine aynı gözle bakan bir han odasıymışım da haberim yokmuş. Bunu düşününce, utancımdan yerin dibine girecek kadar oldum. Bunu düşünürken, Sakine’nin evden çıkarken söylediği ama telaşemden uçup gitmiş uyarısı geldi aklıma : “Bu akşam erken gel Numan. Dışarıya baktım, güneşin iki gözün arkasına çekilmesine ramak kalmıştı!


Bir gün evinize bambaşka bir adam olarak dönmemişseniz, benim bu gün evime nasıl döndüğümü anlayamazsınız. Bir insanda kaç duygu varsa, hepsi de iç içe geçmişti işte. Heyecanımın önünü utancım kesiyor, merakımla kuşkum yiyip bitiriyordu birbirini. Hanına değil de, Numan’ın içine konuk olan bu ağır misafirleri ne oturtmak, ne de yatırmak mümkün değildi. Eve, içindeki sayısız misafiriyle beraber yer değiştiren bir hanın ağırlığıyla girdim. Hanın da, handaki konukların da nasıl ağırlanacağı, artık onların her birinin sahibi olmuş Sakine’nin elindeydi. Ama eve döndüğümde, Sakine’yi kocasını beklerken bulamadım. Önce salona geçtim, korları hala kıpkızıl mangalımız duruyordu ortada, mangalın yanında öylesine bırakılmış bir şiş gördüm. Mangal her zaman durması gereken yerdeydi, bir terslik yoktu bunda. Beni endişelendiren, yere öylesine bırakılmış ve kızgınlığından halının iplerinde iğince bir yanık izi bırakmış şişin burada ne aradığıydı. Aklıma kötü bir şey getirmemeye özen göstererek ama garip bir içgüdüyle, sabahleyin Sakine’nin bana “Gözlerime bak Numan” dediği yere, mutfağa gittim. Oradaydı, gözlerine baktığım pencerenin önünde, gözlerine bakmam için yine beni bekliyordu. Karşısına geçip baktım:: Karım Sakine’nin kendi elleriyle mil çektiği gözlerinden akan kanla karışık sıvı, hâlâ yanaklarında duruyordu. Anlatılamaz işler vardır; sözcüklerin evi kapıyı asla aralamaz. Sakine’yle ikinci kez göz göze geldiğimiz bu akşamı, bu akşam içine düştüğüm dehseti size nasıl anlatayım!



Ben Numan.


Hem bu hanın hem de bitişikteki evin sahibi.


Bu gece, ilk kez bu gece, gidecek başka bir yeri olmadığı için kendi hanına konaklamış bir misafirden başkası değilim.


Bu gün Sakine’yle iki defa göz göze geldim.


Dünyanın en güzel iki ülkesine sahip olduğumu da, karanlık bir han odasından başka bir yer olmadığımı da bu gün anladım. Gözlerine mil çekilmiş bir tek gün, gözlerine sürmeler çekilmiş yılların öcünü fazlasıyla aldı benden.





Ali Ayçil

5 Nisan 2013 Cuma

neden yazıyorsun?






"bütün yazarlar bencil, tembel ve kendini beğenmiş kişilerdir, yazma nedenlerinin kökünde de bir gizem yatar. kitap yazma, tıpkı çok acı çektiren bir hastalık nöbeti gibi berbat, insanı tüketen bir didişme. Karşı koyamadığı ya da anlayamadığı şeytansı bir güç tarafından sürüklenmeyen hiç kimse,böyle bir şeye girişmez. bilindiği kadarıyla bu şeytanca güç, bebeklerin dikkati çekmek için yaygara koparmasını sağlayan içgüdünün ta kendisi."


-george orwell

16 Ekim 2012 Salı

Erbain'in Arka Sayfası

“Kitaplar insanların en yakın arkadaşıdır” derler, Derler ve bunu diyenlerin çoğu arkadaşlarını yalnız bırakırlar.. Geçenlerde kendime yeni arkadaşlar edinmek için sevdiğim bir internet sitesinin yolunu tuttum. “İnternet sitesi de mi sevilirmiş!” Demeyin. Valla kitap satıyorsa sevilir. Hele eski kitap satıyorsa daha çok sevilir.

Eski kitapçılara gidip saatlerce dolanmak o kokuyu hissetmek, sarı saman kağıtlarına dokunmak elbette ilk tercihimdir ama bazı kitapları bulmak için teknolojinin yardımına ihtiyacımız olduğu çok açık. Kitapçılarda ne kadar oyalanıyorsam kitap sitelerine de girince çıkmam pek kolay olmuyor. Bu sefer de bir iki saatlik bir arama araştırmadan sonra 3-5 kitap aldım. Bir tanesi de İsmet Özel’in “Erbain” kitabıydı. Eski kitapları alırken de en eskilerini almayı tercih ettiğimden Erbainin de en eski basımını aldım –iyi ki almışım- siparişimi verdim, birkaç gün sonra kitaplar geldi, heyecanla açıp hepsini hızlı hızlı kontrol ediyorum. Sağında solunda, altında üstünde bir şeyler yazılı mı diye? Erbain kitabını elime aldım, kitap baya eskibazı sayfaları biraz örselense yerinden kopacak vaziyette ama olsun. İlk sayfayı açtım bir sağda biri solda iki kişinin farklı tarihlerle ismi yazılı, ben de kendimi üçüncü kişi olarak bir kenara yerleştirdim. Sonra kitabın içini gözden geçirdikten sonra en arka sayfasını açtım… Sanırım aradığımı bulmuştum.
En arka sayfada şu satırları okudum;

“bazen hayat
bu yazının arka sayfaya yazılması gibi
tersinden başlar
bu durumlarda, hayatı düzelmek için
senin tersine hareket etmen gerekir”


"eğer kalbin sukuneti ve ruh dinginlini özlüyorsa,
ürkütücü ve derin ummanlara açılmaktan korkmamalısın.”
saygı ve sevgi ile

Mehmet Postallı
03.08.1999


Mehmet postallı’nın yazdığı bu yazı benim kitaplara olan sevgimin karşılıksız olmadığını bir kez daha kanıtlamış oldu.
Eski kitaplara olan ilgimin de daha da artmasını sağladı.
Kendisine saygı ve sevgi ve hürmetlerimi gönderiyorum.
-

28 Eylül 2012 Cuma

murat menteş'le nasıl fotoğraf çektiremedim


-hemen şimdi, aşağıda-

geçen sene bu aralar –eğer tabi beyoğlu sahaf festivali geçen sene bu aralar yapıldıysa-
istanbul’a gittim -edirne’ye gitmeden mecburen uğramam gerek-
istanbul gibi bir şehre gelip arkadaşlarla buluşup iki lafın tomografisini çekip, gezmeden olmaz dedim.
arkadaşlarla buluşup, -samet, uğur, emre, osman- biraz gezip dolaştık.
 –özet geçiyorum buraları-
antepten gelmeden önce zaten aklımda sahaf festivaline uğrama vardı.
bir de murat menteş’in imza günü olduğu haberini alınca dedim, “olum bundan sonra istanbula gelip de sahaf festivaline nerde denk gelicen hadi geldin murat menteş’i nerden bulucan!?”
evet lan haklıyım dedim kendi kendime hak verdim.
Hemen bizim çocuklara söyledim onların başka işleri falan vardı heralde hatırlamıyorum
beni otobüs bindirip yolladılar. -vayn be, başlarından mı savdılar beni yoksa!? ben onlara sorarım!-
o taraflara birkaç kez gittim ama bilmiyorum neyse otobüse bindim
bir iki durak sonra elinde “korkma ben varım” kitabı olan benim yaşlarda bi elaman da otobüse bindi.
dedim, "selamun aleyküm"
dedi, "aleyküm selam"
"menteş’in imza gününe mi bilader?" dedim.
evet dedi çocuk. "hacı ben de oraya gidicem nerde olduğunu da bilmiyorum inerken bana haber et."
tamam dedi eleman mekana gelince beraber indik
“hemen zaten şu yukarda, uzak değil” dedi.
ilerde baktım tabelalar falan var –sahaf festivali, sahaf festivaline gider-
eyvallah dedim sağolasın.
hızlı adımlarla gittim -ne acelem varsa-
baktım menteş'in geleceği kitapçının orda üç beş kişi var ben de o tarafa gittim sıraya girdim.
yarım saat falan var.
hee sıraya girmeden önce baktım yanımda kitap yok! kitaplar hep edirne'de gideyim de bi kitap alayım adama göbeğimi mi imzalatıcam dedim. kendime atarlandım, sonra hemen kendimi sakinleştirip,
kitapçıdan “garanti karantina”yı aldım.
-Üzerinize afiyet pek severim o kitabı, bir de imzalı olsun dedim.-
sırada bekliyorum heyecanlı heyecanlı bu arada baya kalabalık olduk
30-40 kişi oldu baktım kızlar “aa geliyor bak!” falan diye kendi aralarında heyecanlı heyecanlı konuşurken
baktım istiklal tarafından yürüyerek geliyor.
bir daha baktım vayn anasını dedim murat menteş harbiden geliyo lan!
-gelmeden evvel de tam kaldırımda bir çocuk yolunu kesti konuştular falan sonra bizden tarafa doğru yürüdü- hemen fotoğraf makinesini çıkarıp gelirken çekmeye başladım çat1, çaat2, çaat3,
bu arada iyice yaklaştı sonra kim lan bu! der gibi bana baktı
çaaaat4 o bakışta fena bi poz yakaladım.

herkese merhaba, ve tekrar merhaba dedikten sonra  kendisine ayrılan yere oturdu.
üç beş dakka sonra imzaya başladı.
kitabı imzalatan arkadaşlardan bazılar fotoğraf falan çektirelim deyince “kusura bakmayın” falan diyerek kibarca geri çevirdi.
ben de kulak misafiri olduğumdan teklif etmedim.
-ulan dedim zaten sen bu adamla fotoğraf çektirmek için gelmedin-
sonra -aynen lan dedim ben kitap imzalatıp iki kelam etmeye geldim- dedim
kendime hak verdim.
-kendim diye söylüyorum, kendimle çok iyi anlaşıyoruz allah bozmasın.-

öndekilerin imzalar atıldı sonra sıra bana geldiiii, kitabı uzattım
-“merhaba abi” dedim. O da
+”merhaba hoş geldin” dedi
- “eyvallah abi dedim”
kitabı alırken,
+“aslında şiirlerim de kötüdür” dedi.
-“olur mu abi o zaman biz ölek!” dedim –biz ölek’i içimden söyledim”
içimden dediğimi duymuş gibi tebessüm etti.
sonra “ne yazayım” der gibi kafasını kalrıdı dedim abi,
-“feridun’dan sevgilerle yazarsanız dedim, hediye edicem. hava atıcam dedim.”
sonra adımı soyadımı yazdı,
+“hava diye de yazıym mı?” dedi gülerek.
-ulan dedim ne makara adamsın içimden-
-“yok dedim abi gerek yok heralde anlar dedim.”
sonra teşekkür ettim tanıştığıma memnun oldum dedim.
otururken de birkaç fotoğrafını çekip olay yerinden yavaşça uzaklaştım.
velhasıl kelam murat menteş güzel adamdır.
bir gün o da kendine güzel bir at alıp gidecektir
biz güzel adamlar gitmeden kıymet bilmesini öğrenelim yeter.

okuduğunuz için teşekkürler -okumadığınız için üzülmeyin-
allaha emanet olun
kimseye karışmayın.





bunlar da fotoğraflar;




24 Ağustos 2012 Cuma

Kırık Kanatlar




















Yirmi yaşımdayken annem bana şöyle söylemişti:
-Eğer manastıra girmiş olsaydım, kendim için de başkaları için de en iyisini yapmış olacaktım.
Cevap verdim;
-Eğer manastıra girseydin ben dünyaya gelmezdim.
-Senin dünyaya gelmene daha önce karar verilmişti evladım, dedi.
-Evet ancak, dünyaya gelmeden çok önce annem olarak seçmiştim seni, diye karşılık verdim.
Annem;
-Eğer dünyaya gelmeseydin bir melek olarak kalacaktın cennette, dedi.
Cevapladım;
-Ben zaten bir meleğim.
Tebessüm etti, "O zaman kanatların nerede?" diye sordu. Elini tuttum ve omzuma koydum. "Burada" dedim. "Kırılmışlar."
Bu konuşmamızdan dokuz ay sonra annem sonsuz ufuklarda kayboldu. Ama "Kırılmışlar" sözü içimde yankılandı durdu.

[halil cibran, deli]

25 Mart 2012 Pazar

bir söz = otuz yıl


"biri senin hakkında güzel bir zanda bulunuyorsa onun bu zannını gerçekleştir"- hz. ali

Mezheb sahibi İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri, ölümüne takaddüm eden uzun seneler boyunca, belki 30 belki 40 sene yatsı abdestiyle sabah namazına çıktı; yani 30 sene uyumadı. [en azından yatsı ile sabah arası, hani şu en tatlı uykunun olduğu sıralar.] gecelerini ibadetle, okumakla, düşünmekle, istiğrakla geçirdi. Ebu Hanife hazretleri ömrünün bu 30 yıllık devresine nasıl girdi dinleyelim:


henüz gece yarılarını uykusuz geçirdiği günlerde, sokakta giderken iki adamın şöyle konuştuklarını duydu:

- bak! Ebu Hanife geliyor! işte bu, bütün gecelerini ibadet ve istiğrakla geçiren zattır.
+ ne diyorsun, demek ki meşhur Ebu Hanife bu!

Ebu Hanife içi ısdırap ve meraret dolu, evine geldi; bir köşeye çekildi ve allah'a yalvardı:
- yarabbi; ben, malik olmadığım faziletlerle ölmekten sana sığınırım! belki bu da bana senin ihtarın!.. bu günden başlayarak bütün gecelerimi uykusuz geçirecek hikmetlerini düşünmeye ve incelemeye hasredeceğim!

ve ondan sonra, 30 sene uyumadı; yani yolda gördüğü herhangi bir adam onu bütün geceleri boyunca uyumuyor sandığı ve böyle ilan ettiği için...

[büyük doğu - sayı 13, adıdeğmez]

15 Mart 2012 Perşembe

elliot allagash





















"ben çocukken, işleri ne kadar yüzüme bulaştırmış olursam olayım. annemle babam beni her zaman savunmuşlardır; bir sinir krizi sırasında yepyeni sega'mı paramparça ettiğimde beni çıldırttığı için "kirpi sonic"i suçladılar, havaalanında pasaportumu kaybettiğimde pasaportu bana emanet ettikleri için kendilerini suçladılar."

 [simon rich]

11 Mart 2012 Pazar

baştan çıkarıcının günlüğü -mektuplar-



“Cordelia’cığım!
 Kapının önünde iki tekerlekli bir araba duruyor, benim için tüm dünyadan daha büyük, çünkü iki kişiye yetecek kadar geniş.”

“Cordelia’cığım!
 Biliyorsun kendimle konuşmayı çok severim. Tanıdıklarım arasında en ilgincini kendimde buldum. Kendimle konuşmalarımda konu kıtlığına düşeceğimden korkardım kimi zaman; ama artık korkmuyorum, artık sen varsın. Bugün ve sonsuza dek, en ilginç kişiyle senin hakkında yani en ilginç konu hakkında konuşacağım bundan böyle. Yazık ki ben yalnızca ilginç bir kişiyim, sense en ilginç konusun.”

“Cordelia’cığım!
 İnsanlar kendime aşık olduğumu söylüyor. Kendime aşıkmışım. Neden? Çünkü sana aşığım, çünkü sevdiğim sensin, yalnızca sen, ve tüm bunlar aslında senin ve ben de sana ait olduğum için kendime aşığım; öyle ki seni sevmeyi bırakırsam kendimi sevmeyi de bırakırım.”

“Cordelia’cığım!
  Ben yoksulum sen benim zenginliğimsin; karanlıktayım, sen benim ışığımsın; hiçbir şeyim yok, hiçbir şeye ihtiyacım yok. Hem nasıl bir şeye sahip olabilirim ki? Kendinin sahibi olmayan bir adamın bir şeylere sahip olması çelişkidir. Ne bir şeye sahip olabilen, ne de buna izin verilen bir çocuk gibi mutluyum. Hiçbir şeyim yok, çünkü yalnızca sana aitim, ben yokum, var var olmayı bıraktım senin olmak için.”

“daha önce ölümsüzlük diye bir şey olmasaydı eğer, benim senin olduğum düşüncesi doğanın normal seyrinde bir kopukluk olurdu.”

“Cordelia’cığım!
  Aşk her şeydir. Bu yüzden seven biri için hiçbir şey kendi başına bir anlam taşımaz; her şey ancak aşkın ona kazandırdığı yorumla bir anlam ifade eder.”

“Cordelia’cığım!
  Antik çağ öykülerinde bir nehrin bir kıza nasıl aşık olduğu anlatılır. Aynı şekilde, benim ruhum da sana aşık olan bir nehir.”
“…ona ilgi gösteren hep benmişim gibi görünüyor. Bundan benim sağladığım yarar, benim her yerde onun düşüncelerinde yer almam ve onu her yerde şaşırtmamdır.”

 “aşk, sohbetle geliştirilemeyecek kadar önemli bir şeydir.”

“evli kadının çeyizi kavgadır.”

“iyi bir yanıt tatlı bir öpüş gibidir der Süleyman.”

“Evlilik ilk günden beri, yaşın getirdiği saygınlık gibi sıkıcı bir özelliğe sahip olsa da sonuçta saygın bir kurumdur ve öyle kalacaktır. Öte yandan nişanlılık, gerçekten insan icadıdır.”

“ilkbahar aşık olmak için en güzel zamandır, sonbahar ise arzuların hedefine varmak için.”

“Bir genç kıza hakiki şiir, sunmak daima hakarettir; sanki kendisi, başkasının düşüncesiyle tüketilmeden önce metne gizlenmiş şiiri içine çekilebilecek kadar şiirsel değilmiş gibi.”

“bir kız her şeyini verdiği anda zayıftır, her şeyini yitirmiştir; çünkü erkekte olumsuz bir unsuz olan masumiyet kadının tüm değeridir.”  

9 Mart 2012 Cuma

baştan çıkarıcının günlüğü -iki-


...
“ memnuniyet, dün gibi, gün bittiğinde kaybolan bir şeydir.”

“kızlar beceriksiz erkekler hakkında genellikle acımasızca konuşur, ama yine de gizlice onlardan hoşlanırlar. Biraz utangaçlık daima genç kızın gururunu okşar, ona üstünlüğünü hissettirir, bir çeşit kaparodur. sonra onları bu ninniyle uyutunca, sizin utangaçlıktan nerdeyse ölecek duruma geldiğinizi sanıyorlarken, tam tersine, pekala kendi başınızın çaresine bakabildiğinizi gösterme olanağı bulursunuz…”

“en temkinli ve en çekingen adamlar bazen aşırı ve tehlikeli şeyleri yapar.”

“çapkın biri olarak görünen erkek güvensizlik uyandırır ve dirençle karşılaşır.”

“konuşmak için değil de hayalinin benimle birlikte dolaşması için onu özleyebiliyorum.”

“aşk tanrısı kördür ve zeki biri onu aldatabilir. Hile, izlenimlere elden geldiğince açık olmak, sizin bıraktığınız ve her kızın sizde bıraktığı izlenimi bilmektir. Bu şekilde, aynı anda bir sürü kıza aşık olabilirsiniz, çünkü her ayrı kıza farklı biçimde aşıksınızdır. Yalnızca birisini sevmek çok azdır; hepsini birden sevmek yüzeysel olmaktır, kendini tanımak ve olabildiğince çok kişiyi sevmek; ruhunun tüm aşk güçlerini kendi içinde saklaması ve bilinç bunların hepsini kucaklarken her birinin kendi ayrı besinini alması.“

“ben aşkın doğasını ve anlamını kavramış, aşka inanan ve onu tepeden tırnağa kadar bilen bir estet, bir erotistim. Yalnızca hiçbir aşk macerasının en fazla altı aydan uzun sürmemesi ve her türlü ilişkinin, son zevkin tadıldığı anda sona ermesi gerektiği yolundaki özel görüşümü kendime saklıyorum. Benim tüm bildiğim budur; ayrıca, alınabilecek zevklerin en yüce biçiminin sevilmek, dünyada her şeyden daha çok sevilmek olduğunu da biliyorum. Bir kızın ruhuna düş gibi süzülüp girmek bir sanattır çıkmak ise başyapıt. Yine de, ikincisi esas olarak birinciye bağlıdır.”

“…sanki yürek için yazmak konuşmaktan daha doğal bir şeymiş gibi, gönül işlerindeki geleneksel usul gerçekten budur.”

“sonuçta, kızlar yalnız bir kez sever.”

“gizlice kızaran yanak, yürekteki koru yansıtır.”

“benim marian adında bir halamın olması, cristopher adında bir amcamın olması, babamın binbaşı olması, vs., tüm bu genel bilgiler aşkın gizleriyle ilgisi şeylerdir. Evet, kişinin kendi geçmişinin bile hiçbir önemi yoktur.”

“bir genç kızın yaşamı, çelişkilerden uzak kalamayacak kadar çok zengindir, bu da çelişkiyi gerekli kılar.”

“karanlık bir gecede, öteki gemiler için, bir fener asmaktan daha tehlikeli bir şey yoktur, bu fener karanlıktan daha tehlikelidir.

“insanlar gönülleri çalınarak kandırılır, çünkü gönül aklın ulunduğu yerdedir.”

“neden erkekler genelde böyle yaparlar, uzun hazırlıklara girişirler, mesafeyi gözleriyle ölçerler, birçok kez start alırlar, sonra korkarlar ve geri dönerler. Sonuçta sıçrarlar ama başaramazlar. Bir genç kız ise farklı şekilde sıçrar…”

“bu dünyada beni hayrete düşüren ilk ve tek şey bir genç kızdı ve sonuncu da o olacak.”

“şövalye ruhlu bir erkek olarak hanımefendileri etkilemek istiyorsan asla düşmemelisin. Şövalye ruhlu biri olmak istiyorsan bu tür şeylere dikkat etmelisin. Ama yalnızca entelektüel biri olarak görünmek istiyorsan kaymanın, düşmenin hiçbir önemi olmaz; düşüldüğü zaman bunda hiçbir gariplik yoktur.”

“…ve hayal gücü kadınların doğal makyajıdır.”

“sahip olunan bir şeye özlem duyulabilir mi? Bir an sonra artık sahip olunamayacağını düşünüyorsan, evet. Benim özlemim sonsuz bir sabırsızlıktır. Ancak tüm sonsuzluğu yaşadıktan  ve senin her an benim  olacağına güvendikten sonra, ancak o zaman sana dönerim ve tüm sonsuzluğu yaşarım seninle, sana özlem duymaksızın bir an bile senden ayrı kalmaya sabrım olmadan, ama yanında huzurlu oturacağıma güven duyarak.”

“seni sevmek bir dünyayı sevmek değil midir?”

“sana olan aşkımın benim kadar eski olduğunu keşfettim.”

“seven biri anayolu izlemez.”

...