var mı bişeyler

3 Eylül 2020 Perşembe

düşük bütçeli kintsugi

          

                                                                        "şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
                                                                                     taşınacak suyu göster, kırılacak odunu"
                                                                                                                                     -ismet özel

selamun aleyküm sanal alemin gerçek veya az gerçek insanları hepinizi saygıyla selamlıyor ve sosyal mesafe kurallarına uyarak küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öpmeyi de ihmal etmiyorum. çünkü niye edeyim dudağıma mı yapışacak! hem atalarımızın da dediği gibi, "el öpmeyle dudak kaşınmaz"

öhöm öhö!
bir kaç hafta önce memleketim ve büyüdüğüm yer olan gaziantep şehrine valideyn eş dost akraba ve özellikle çok özlediğim yeğenlerimi ziyaret ve bir takım tarımsal faaliyetler için gitmiş idim. oldum olası dağ taş, toz toprak ve bilimum pis işleri seven bir köylü olduğum için amcamla antep'ten köye gidiş gelişlerin birinde rahmetli dedemden kalma az metruk eve uğrayıp hasar tespit çalışmasında bulunalım dedik. epey eski olan; iki katlı, tavanı direkli, damı topraklı olan evin maalesef arka kısmının tavan ve zemininde ahşap direklerin çürümesinden kaynaklı çökmeler ve açılmalar olduğunu ancak daha çok kullanılan ön iki odanın ufak tadilat ve tamiratlarla oturulabilecek hale getirileceğini düşündük. (çok enteresandır ki evler veya yapılar sanki canlı bir organizmaymış ve olan bitenin farkındaymış gibi içlerinde kimse yaşamadığı zaman kısa süre içerisinde yıkılıp harabe haline gelirken çok eski bile olsa içinde insanların yaşadığı evlere ayakta kalabiliyor. bu durum daha önce köye gittiğimde de dikkatimi çekmiş ve sahipleri vefat eden evlerin yıkıldığını gördüğüm bir evin fotoğrafını çekip şöyle yazmıştım, "sahipleri gidince evler de arkasından gidiyor, durmuyor."
ölüm bu

sağolsunlar amcam ve ailemin de destekleriyle herhangi bir sigortalı işim olmadığı için hafta sonları ve bazı hafta içlerinde köye gidip bu tamiratları yapabileceğimi en azından hafta sonları gelip oturulabilir ve hatta kalınabilir bir hale getirebileceğimi, daha önceki inşaat işi tecrübelerime ve bazı süper güçlerimle (süper güçler: fayans, duvar örme, alçı çekme, sıva yapma vs.) bunları halledebileceğimi söyledim. daha sonra tamirat ve tadilat için eve gidince fotoğraf çekmesini de sevdiğim için bi kaç fotoğraf çekip twitter nam internet mecrasına hiç bir beklentiye girmeden alelade bir şekilde şu twiti attım. https://twitter.com/refidun/status/1293848135375237120 ve evdeki işleri yapmaya başladım bi ara mola verip bi tütün sardım bi baktım twit yürümeye başlamış hatta koşuyo ulan dedim ne alaka evin fotoğrafı altı üstü allah selamet versin. akşam geldiğimde twit almış başını gitmişti herkes bunun after'ını da bekliyoruz filan yazmaya başlamıştı halbuki ben işe başlarken böyle bir niyetim de yoktu. tek niyetim bişeyler yapmak ve evin harabe olmasını önlemek eskiden olduğu gibi amcalarımın halalarımın gelip bi saat de olsa köyde oturabilecekleri babalarının evini karınca kararınca iki minder serip oturulabilir hale getirmekti.

sonra evin dışındaki boyayı kazıyıp bi kat sıva yaptım ve boyadım sonra hep beraber köşe bucak evin içini kırklayıp temizledik duvardaki çatlaklara alçı çekip yerdeki çökmeleri harç yapıp kapattım ve boyadım. (bütün bu işlemleri sadece hafta sonu bir gün ve çoğunu tek yaptığım için 4 haftada filan bitirdim bu arada acelem de yoktu) yaptığım iş öyle aman aman bir şey değildi çok para da harcamadık zaten çok para harcayacak durumum olsa o evi çok güzel bir şekilde tadilat yapardım. 

bu arada "tadilat" kelimesinin arapça "adl" kökünden geldiğini öğrenip şaşırdım. yani dedim kendi kendime, bir yeri tadil ederken aynı zamanda adaletli olmak gerekiyor. 

üç dört hafta sonunda boya badanasını da yapıp antepteki kullanmadığımız eşyaların bir kısmını köye getirdik ve eve yerleştirdik. ben arkada bulduğum eski eşyaları temizleyip bir şekilde kullanmaya çalıştım falan sonuç olarak gidildiğinde oturulacak çay çorba içilecek bir yere geri dönmüş oldu allah'a şükür. twitırdaki bazı arakdaşların beklentilerini karşılamasa da sürekli kalınmayacak bir yer için bence fena olmadı. sözü fazla uzatmak istemiyorum. çekmiş olduğum fotoğrafları merak eden arkadaşlar için buraya bırakıyorum. herkese çok teşekkür ederim.
eyvallah.







     








11 Ağustos 2020 Salı

fırtına öncesi ve sonrasında sensizlikle ilgili bazı malumatlar









        


"bir yerlerde bir delikanlı var akciğerlerini yiyen"
-tristan tzara                                                                                                                                           
selamlar ve aleykümler sizinle olsun güzel insanlar
yazıya böyle uzun ve alengirli bir başlık koymamın tek nedeninin dikkat çekmek olduğunu, yazıyı bi yerde paylaşırken açıklama kısmına bu başlığı yazarak; kitapçıya gidip sadece kapağından ya da adından etkilenerek kitap alan, sayısı hiç de azımsanmayacak kadar fazla olan o güzel insanları hedeflediğimi utanmadan belirtmek isterim
ayrıca yazı başlığının birazdan ve hemen bu satırların altında yazdığım şeylerle neredeyse hiç alakasız olduğunu da sözlerime eklemek isterim
teşekkürler

gerçi bilmiyorum, siz de yazılan şeylerin mutlaka yazıya verilen başlıkla alakalı olması gerektiğini söyleyen; yazmak gibi uçsuz bucaksızlığıyla ve sınırları darmaduman edişiyle yedi düvele nam salan bu güzide eylemi belirli kalıplara sığdırmaya çalışan hatta ve hatta kalıplara sığdırmaya çalışırken yine bazı kalıplara göre kalıplara sıkıştıran o adını dahi anmak istemediğim ve kim oldukları hakkında herhangi bir fikrimin dahi olmadığı halde kendilerine herhangi bir kalıba uymadan sayıp döktüğüm o bir takım herhangi insanlar topluluğu sempatizanlarından mısınız?
hayır hayır sanmam
sanmak istemem
sanmak bile istemem
sana bilemem
hatta biraz daha abartarak, sanabilmirem

eğer öyle olmuş olsaydınız tam da şu an okuduğunuz, "okuduğunuz" kelimesine kadar bile gelemeden buradan gitmiş olurdunuz.
gittiğinizin farkına varacak birileri varsa gitmek güzel bir eylemdir ben de sizi giderken sırtınıza vurarak destekleyebilir çeşitli gaza getirici söylemlerde ve söylevlerde bulunabilirim. buna karşılık kalmakla ilgili bir güzelleme yapmak niyetimiz de yoktur. ister gider ister kalırsınız gidenin arkasından ağlayıp gelenin önünde davul zurna çaldırmayacağız. 
bu saatten sonra artık giden gidecek ve kalan sağlarla bizim olmaları ve yahut gitmeleri için oturup güzelce konuşacağız ya da hiç konuşmadan dadaloğlu'ndan icazet alarak kalan sağların bizim olduğu hükmünü vereceğiz. hükme uymayanları ise en ağır bir biçimde cezalandırıp onları serbest bırakacak ve gitmelerine izin vereceğiz.
çünkü bir insanı serbest bırakmak ona verilecek en büyük cezalardan biridir.
-bunu latince bir deyişmiş gibi okursanız daha etkili olacaktır-
ünlü filozof doğuş'un da dediği gibi,
"gidene dur diyemem giden gider zaten
sevene sevme demem seven sever zaten"

neyse asıl mevzumuza gelelim!
asıl mevzumuz mu vardı ki diyen olursa mevzu çıkarabilirim. sadece mevzu çıkarmak deyimi hoşuma gittiğinden
çok saçma ama bazen sadece ismi güzel diye bir hastalığa veya rahatsızlığa tutulmak istemek gibi.
mesela bir keresinde adı ve söylencesi güzel olduğu için astigmat olmak istemiştim
güzel bir kelime diye derdest olmak istediğim de olmuştu
insanoğlu işte ağzından çıkanın ne olduğunu, nelere mal olacağını nereye gideceğini kimin koynuna saklanacağını kimin göynüne saplanacağını hesap etmiyor etse zaten pek az ya da hiç konuşurdu. ve eminim hiç konuşamasaydı herkesle çok iyi anlaşırdı. çünkü konuşmazsanız herkesle çok iyi anlaşırsınız. 
hayat bu.

beylik laflar ediyorum
seviyorum beylik lafları, belki de bir beyliğim olmadığı içindir bilmiyorum. bilmiyorum demek hoşuma gidiyor..
bir saniye
(burada, okuduğu şeyi öylesine okuyup geçmeyen, okumuş olduğu metnin içinde geçen mübalağalı. edebi sanatlardan bolca faydalanılarak kotarılmış bazen sadece altı çizilsin diye yazılan cümleleri, geçerlilik ve tutarlılık yönünden irdeleyen ve okuduktan sonra, "hmm dur bakalım sen şimdiii" demekle kalmayıp kendi kendisileriyle konuşurken, "yani o zaman bir şey elde olmadığında daha mı çok sevilir?"sorusunu aklına getiren pek kıymetdeğer okuyucular için işime gelmese de bir açıklama ve yeni bir paragraf başı yapmak elzemli bir gereklilik gibi görünse de.. bu açıklamayı yaparak okuyucuyu yönlendirmek veya akıl veriyormuş gibi görünmek de istemiyorum.
hatta yoruldum bu açıklamayı yaparken yukarda yazdıklarımı tekrar dönüp okumak bile istemiyorum
ee keyfiyet bu

nerede kalmıştık..
.beylik lafları seviyorum..
anadolu selçuklu devleti yıkıldıktan sonra fırsattan istifade anadolu'da kurulan üç kağıtçı bir beyliğim varmış gibi hissettiriyor. beyliğimin adı, hasaroğulları olsun istiyorum. sürekli savaşlara katılıp yine sürekli yenildikleri halde enteresan bir şekilde yıkılmayan ve tarihçilere her yazdıkları kitapta yeni bir yenilgiyle kendilerinden bahsettirmeyi başaran garip bir beylik.
kurucusunun adı santiago. -evet evet yanlış okumadınız bildiğiniz santiago- coğrafi keşifler henüz gerçekleşmemiş kalyonlu gemiler açık denizlere ulaşıp sömürge imparatorlukları kurmamışken henüz avrupadan amerikaya değil de güney amerika'dan diğer kıtaları keşfetmek için yola çıkıp okyanusta yıllarca sürüklenerek yıllar sonra akdenize ve oradan da anadolu'ya gelen bir adam iskenderun taraflarından kıyıya çıkıp daha sonra bir beyin hizmetine girmiş sonra beyin kızını gitar çalarak kandırıp evlenmiş. üstüne kızın soyadının almış olmuş sana, "santiago hasar" santiago ve zevcesinin nur topu gibi oğulları olmuş çocuklar büyüyünce beyliğin adına "hasaroğulları" demeye başlamışlar yani beyliğin ismini kurucusu değil oğulları koyuyor. -hayırlı evlatlarmış allah onlardan razı olsun-
neyse hayal kurmayalım şimdi asıl meseleye gelelim yani asıl meselenin asıl meselesine
her asıl meselenin de içindeki  sırlı asıl meseleye..

son günlerde içinde bolca "sevgilim" geçen şu vasat şiirlerden yazmak istiyorum
şöyle diyorum kendime,
-kurşun kalemi ısırıp tavanın sağ üst köşesine bakarak mühim şeyler düşünüyormuş pozları keserken- her dörtlükte en az iki tane sevgilim olmalı diyorum
içinde ne kadar "sevgilim" ve "sevmek"li kelime geçerse
o kadar çok seviyorsunuz gibi bir şey anlamına gelir diye düşünüyorum sevgilim
yani yazılı olmayan bir kural sevgilim sen bilmezsin uyduruyorum
ah! ne kadar da sevgilim
"ah"ı da unutmayalım
imkanımız ve sevgilim yeterli derdimiz varsa içinde mutlak üç beş "ah" da ekleyelim
acı çektiğimizi sık sık sevgilim ünlemlerle desteklememiz gerekir
çünkü ünlem acının küçük kardeşidir sevgilim 
bu gizli bir bilgidir sevgilim ağzımdan kaçtı kankilerine anlatma sevgilim
bir kelimeyi sevgilim onun isteği dışında fazlaca tekrar etmek 
o kelimeyi değersizleştirmek ve sevgilim sıradanlaştırmak ve anlamsızlaştırmak
için sevgilim müthiş bir yöntemdir
seev gi lim
bu şiirimi abartılı jest ve mimiklerle volkan konak okusun sevgilim isterdim
en büyük hayalim sevgilim bu


17 Mayıs 2020 Pazar

etraf biraz dağınık













"dibi tutmasın diye hayatı merakla karıştıranlara ne mutlu"

- atakan yavuz



bir süredir kendime sosyal medyadan uzak durma izni vermiştim
kendime verdiğim sözleri tutamamak gibi kötü bir huyum olmasına rağmen
instagram dışında sözümü tuttum diyebilirim yani yine kötü huyumdan pek geçememiş gibi göründüğümün farkındayım.
benim için küçük insanlık için daha da küçük olan bu adımdan sonra şöyle dönüp geriye bakınca
bir miktar takipçi dışında çok da bir şey kaybetmediğimi gördüm. 
ki giden şeylerin kayıp, gelen şeylerin kazanç olmadığını düşünürüm
bu arada, çok da bir şey kaybetmemek benim için kazanmak demektir.
işin enteresan tarafı yazmadıkça insanın daha çok yazmayası geliyormuş bunu fark ettim ama derk edemedim.
ha peki sosyal medyadan bu kadar uzak durdun da ne yaptın lan sanki konuşuyosun artist artist diyebilirsiniz,
çok da matah işler yapmadım ama bu hiç de bir şey yapmadığım anlamına gelir diye bir korkum da yok açıkçası
özetnen: beni ilgilendirmeyen binlerce şeyi okumak, ben ilgilendirmeyen binlerce şey arasından o binlerceyi de ilgilendirmeyen yine yüzlerce şeyi görmek veya maruz kalmaktan kendi özgür irademle muaf olmak bana iyi geldi diyebilirim.
takdir edersiniz ki insana iyi gelen bir şey günümüzde oldukça kıymetlidir.
hayat bu

etraf biraz dağınık kusura bakmayın
ya da bakabilirsiniz lafın gelişi söylemiştim zaten.
artık o lafla işim kalmadığına göre ve daha önemsiz başka bir işiniz yoksa
bir de üstüne üstlük sünnetçiyseniz kusura bakıyorsunuz diye kimse size kızamaz darılamaz ve incinmez diye düşünüyorum
teşekkürler

çokafedersiniz
niye bilmiyorum ama mutlaka affedilmesi gereken bir şeyler yapmışımdır
ve affedilmeyi affetmekten daha çok severim
"çokafedersiniz"
bir de sizden küçük bir ricam olacak,
bu iki ayrı kelimeden oluşan kısa cümleciğin tek bir kelime yapılmasını,
"k" ve "a" harflerinin birbirinden hiç ayrılmamacasına ulanarak duraksanmadan okunmasını
ve dillerde diyar diyar gezerek söylenmesini istiyorum
birinden bir şey rica etmek emrivaki yapmanın en naif ifadesi sanırım
üçkağıt bu

aklımdan geçenleri, aklımdan geçmeyenleri, fikirlerimi ve hissettiklerimi anlatmak için hala (şapkalı) ihtiyacım olan bazı kelimeleri bulamıyorum ya da bulmak için yeterli çabayı göstermiyorum.
-kelimelerin kendilerinin gelip beni bulmasını işaret etmem pek mantıklı değil kabul ediyorum onun için ikinci seçenek daha doğru gibi.-
evet itiraf etmek gerekirse ki ederiz, gerekli çabayı göstermiyorum.
eğer göstermiş olsaydım böyle bir şeyi söz konusu etmemem gerekirdi.
bir şeyi elde edememek veya bulamamak veya başaramamak veya sonuna "-memek ve -mamak" eklerini getirdiğiniz diğer bütün fiiller ve fiilimsilerin temel sebebi yeterince çaba harcamamaktır. diğer bütün sıkıntılar bu sebebi söylememek için üretilen bahanelerdir.
ayrıca bir şeyi bulmak için yeterli çabayı göstermemek bulmamak için gayet ideal bir yöntemmiş gibi gözüküyor. -"gözüküyor" kelimesi size de gözlüklü bir kelime gibi geldi mi?-
çünkü öyle gözüküyor
görünüyor.
ya da aramamak bulmamak için kötü bir bahane olabilir.
kimse tarafından aranılmadığı halde bulunacağını zanneden bir kelimenin bekleyişi gibi..
ve böyle bir cümleyi anlatımın akışını bozduğunu bilerek araya sıkıştırmış olmam gibi
saçma bağzı şeyler
bazı şeylerin aramakla bulunmadığını, biraz cilve yaptığını söylersem hep birağızdan,
"aramakla bulunmaz ama bulanlar ancak arayanlardır"
diyebilirsiniz pekala güzel de dersiniz çalışmışsınız belli ki
belki de bulmak için önce arayanın kaybolması lazımdır.
derim ben de o vakit
-sesli düşünüyorum -
kim bilir..
şimdi hangi sözlüğün içinde, birinin o sayfaları açıp kendilerinin bulunmasını ve işaret parmağıyla takip edip okunmayı bekleyen kaç kelime vardır?
ben de bilmiyorum baya vardır herhalde.
-okuyucuya soru sorarak onu diri tutmak için için sorulmuş gereksiz bir soru işte-
velhasıl benim bütün bu paragraftaki zırvalarımın iki dizeden oluşan özeti yüzyıllar önce yazılmıştır.
ve şöyle demiş idir aşık yunus bu sözü;
                                                              "çeşmelerde bardağın doldurmadan kor isen
                                                               bin yıl orda dursa kendi dolası değil"
gönül bu.


geçmiş olsun
yazının bu kısmına kadar gelebilen dirayetli, tuttuğunu koparan, on numara beş yıldız, edebiyat ve sanat kaygısı gütmeyen herkese geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum.
hepimiz muhakkak ve ister istemez cebren ve yahut hile-siz bir şekilde geçmiş olacak bir şeyler yaşamışızdır muhakkak
hayat bu
eğer yaşamadıysanız -elbette ki temennimiz o yönde olacaktır-
ve yaşadığınız şeyler öyle hemen, hatta hiç geçmesini istemediğiniz kadar güzelse o zaman
hiç geçmemiş olsun dileklerimi bütün kalbimle -ya da böyle demek daha doğru olabilir-
kabım ve kalbim kadar yani kalbimin el verdiğince söylemek isterim
hiç geçmemişler olsun.

ne demek!
rica ederim


25 Mart 2020 Çarşamba

öbürlü dünya






















  "ölüler biz arkalarından konuşalım diye öldüler"




selamun aleyküm
bi süredir yoktum birileri demiş ki, öldü. haber verin doğru söylemişler. bir miktar ölüp bir miktar dirildim. her gün genel olarak ortalama 8 saat ölüp, kalan 16 saatte kendimizi yaşadığımıza inandırmaya çalıştığımızı hesaba katarsak, yalan da sayılmaz
yalansa yalan diyebilirsiniz

neyse ki size iyi haberlerim yok. olsaydı da size iyi haberlerimi söylemezdim. eğer size iyi bir şey söylemiş olsaydım sıkılırdınız,
insanlar iyi şeyler dinlemeyi sevmezler
insanlar kötü şeyleri de dinlemeyi sevmezler...
sonuç olarak insanlar dinlemeyi sevmezler
hem iyi şeyler birbirine benzer ama her kötü şeyin kendine has bir kötülüğü vardır.
hayat bu

neyse ben buraya iyi şeyler söylemeye gelmedim.
güzel, boş, romantik komediler bekleyen varsa yazının burdan sonrasını okumaması hayal kırıklığına uğramaması açısından okuyucunun kendi yararınadır. yazının devamında yaşanan veya yaşanması mümkün olan olaylar ve kişilerin büyük kısmı hayat ürünüdür. yazarın kendi öznel düşünceleri ise hayal ürünüdür. yazılarımızda domuz mamülleri de yoktur sizi temin ederim ama "halal" sertifikamız var dersem yalan söylemiş olurum ve yalan söylemiş olmak, yalan söyletmekten daha az kötü bir davranış değildir. hatta bu gereksiz aforizmada yapılmış olan laf kalabalıklı karşılaştırılan iki cümle hemen hemen aynı şeyi söylemektedir.
ee edebiyat bu

yine ilk aklıma geleni anlatmak için geldiğim bu yerde hiç aklımda olmayan şeylerden bahsettiğim bir yazıya dönüştü bu. müsadenizle esas meseleye gelmek isterim.
müsade sizin
müsadesizm
teşekkürler

ölmek üzerine yazmak isterdim, eğer yaşıyor olsaydım.

dün gece:
bu kötü şöhreti nedeniyle şarkılara, şiirlere ve çeşitli yazı türlerine söz konusu olan "yalan dünya"yla -ki dünyanın kendisi hakkında uydurulan bu mesnetsiz iddiaları hak etmediğini, insanların çoğunlukla kendi hatalarından meydana gelen sıkıntı ve dertlerini başka bir sebebe bağlama alışkanlığından kaynaklı yaptıkları bu hastalıklı benzetmeyi asıl kendilerine yapmaları gerektiğini de söylemeden geçemeyeceğim- irtibatımı kesip bunaltıcı düşlerime dalmadan, hatta düşlerime dalmak üzereyken bir anda içimden, "dışarıya bakmalısın" konu başlıklı bir his cereyan etti ben de bu akıma kapılıp perdeyi araladım. dışarıya bakar bakmaz yerlerin ıslak olduğunu ve buna bağlı olarak yağmurun yağmış olduğunu fark ettim. hala yağmurun yağıp yağmadığını anlamak için sokağın çeşitli yerlerinde göz gezdirdim. halbuki gökyüzüne veya sokak lambasının ışığına bakmam daha mantıklı ve yeterliydi. ama mantıkla bir işimin olmadığı aklıma gelince mantıklı bir sebep buldum ve şöyle dedim, "eğer bir yağmur sokakları ıslatmıyorsa o kadar da yağmur değildir."
-ee aforizma bu-

pencereyi açıp yağmurdan sonraki asfalt kokusunu (eğer bunu harflerele ifade etmem gerekirse ki ederiz, fffffııııı şeklinde) içime çekip dışarıya neden baktığımı unutarak yatağıma gömüldüm, yorganı tek bir hareketle ayağımın altına kıvırdım ve gözlerimi kapadım.

daha sonra bi anda
ikircikli bir irkintiyle gözlerimi açtım. (ikircik, senden ne güzel kuş ismi olurmuş)
ve aha! dedim ölüyorum.. uyursam sabaha çıkmayacağım.
hani insan bazen tam uyuyacakken, uyuduğu zaman öleceğini ve bir daha uyanamayacağını düşünür ya aynı o his işte.

bilmiyorum bu his kelimelerle nasıl anlatılır ama bir gece ortada ölmek için hiçbir sebep yokken -sanki sebep gerekmiş gibi- uyuyup sabaha uyandığımda daha doğrusu uyanamadığında kendimi ölü olarak gördüğümü düşünmek kalp atışlarımı hızlandırdı. adrenalin seviyemde bir miktar artış meydana geldi ve melatonin salgısı gözle görülür bir şekilde düştü. içimde meydana gelen bu sarsıntı ve sızlantıları kendime belli etmemeye çalışırken, hala bir tabutta sırt üstü gözleri açıkmış gibi yatıyordum. hiçbir şey yokmuş da susamışım gibi doğrulup sehpanın üzerindeki şişeyi kafama diktim. su içebildiğime göre yeterince yaşadığımı düşünüp biraz rahatladım kalkıp odanın ışığını uyandırdım ve yatakta bir süre oturup ölmek üzerine bazı şeyler söylendim..
ölüm bu

uyuyup öldüğünün bile farkında olmadan ölmek mi? yoksa yürürken bir arabanın çarpması sonucu ölmek mi? ya da bir kurşunla vurularak ya da bir depremde betonların altında kalarak mı? yoksa boğularak mı? bıçaklanarak mı? ya da başka bir sebepten dolayı mı ölmek istediğimi sordum kendime..

cevap veremedim.
seçemedim
çünkü seçilecek bir şey gibi gelmedi bana.

bu his bu düşlence bana bi kaç kez daha gelmiş misafir olmuştu. bilmiyorum şikayetçi değilim sadece diğer taraf için yeterli erzağı toplamadığımı düşünüp dertleniyorum. sonra uyanınca geçiyor işte o gece ölmediysem uzun bir süre daha ölmem diyorum bilincimin altından altından.
şerefsiz insan her şeyi unutuyor.

bilmiyorum ölümden muhabbet açılınca ilk olarak eniştemin şu sözü aklıma geliyor,
"ölmek manyak bişey yav"
şu ana kadar duyduğun ölümü en iyi anlatan ve anlatamayan cümle bu.

bi gün de biri bana rüysaında öldüğümü ve gerçekten ölmemem gerektiği temalı içinde, "ölmemeye bak" şeklinde kısa ve garip bir cümle barındıran bir mesaj atmıştı
o an ölü olmak istemiştim.

ne diyebilirim ki,
rabbim bizi öbür tarafa mahcup gitmekten korusun
sadece şunu biliyorum, ölen hep başkası olmayacak.
kendinize, sevdiklerinize ve muhtaçlara iyi bakın.
ee ne de olsa
öbür taraf bu




2 Şubat 2020 Pazar

bilinç kaçışı

"benim de boynumda chip var inim inim beni inletir."*




selamun aleykümler
merhabalar nerelerdesinizler
görüşemiyoruzlar
hiç aramıyorsunlar falanlar ve filanoviçler
sanki arasam açacaksınız, sanki gelsem haber vereceğim, sanki nerde olduğumuz çok umrumuzda birbirimizin amaan laf olsun torba hani bana hani bana desin işte. boş laf parayla değil ya vergisi yok, maliyeti nerdeyse sıfır. hatta biraz daha gayret edenlerin bu yolla peynir gemisi bile yürüttüğü rivayetler arasındadır. ben de gayret ediyorum bakalım peynir olur zeytin olur kahvaltılıklardan hangisini yürütebilirsem artık

bazen kafamın içinden sekiz on tane düşünce aynı anda dışarıya çıkmaya çalışıyor. o esnada ben de öyle zeki biri olmadığım için birkaç tanesini tutabiliyorum. ben o birkaç tanesiyle işlem yapmaya çalışırken arkalarından diğer başka düşünceler geliyor ve bir izdiham ve karmaşa meydana geliyor -tam bir kaos en sevdiğim- bunların niyetleri aklımda tutamadığım düşüncelerin yanına gidip aralarına karışarak benim o düşüncelerle bağımı iyice koparıp aklımı başka yere çekmektir. onları oraya gitmemeleri için ikna etmeye çalışırken asıl düşünmek istediğim şeyler de arada ezilir, ya tamamen uçar gider aklımdan ya da ezilmiş, kırılmış ele alındığında parça parça parmaklarımın arasından dökülen kelimeler ve herfler kalır elimde. ben de o eziklerden kalanı buraya şuraya ya da bir yerlere yazarım. yani siz şu an ezilmiş kelimelerden oluşan bir harf mezarlığının ortasındasınız. işte benim hayatım da aynen böyledir. -nasıl diye sormayın açıklayamam anlatımı zenginleştirmek için planlanmadan yapılmış bir şeydi. afili bi laf olsun diye yani açıklama yapamam sadece şekil şükül-

daha önce de yazdığım şeyleri bilinç akışı yöntemiyle yazdığımı söyleyenler olmuştu ben böyle bir şey yaptığımın farkında değildim ve bilmiyordum ama buna itiraz da etmedim çünkü okuyan insanların fikirlerinin önemli olduğunu düşünüyorum sonuçta aynada gördüğümüz kişiyle sokakta birinin karşısında gördüğü biz aynı biz değiliz. aynalar yalan söyler; kandırır, sizi olduğunuzdan on kat farklı gösterir inanmayın cep telefonu kameraları bile gerçek görünüşünüze daha yakınını verir. -tabi efektsiz diyorum no filter diyorum haa-  
ben sadece aklıma gelen şeyleri herhangi bir sıra veya sınıflandırma kaygısızlığıyla, organik bir şekilde yazmaya çalışan alemci bir delikanlıyım. yazdıklarımın çoğunu cümle içinde geçen rastgele bir kelime veya son yazdığım söz(cük) üzerinden devam ettirdiğimi söylersem sanırım yalan söylemiş olmam. bunun adını "bilinç kaçışı" koydum. -"bilin çakışı" aklımdan çık şurda ciddi bişeyler anlatmaya çalışıyorum- yani aslına bakarsanız bilincimden kaçamayan şeyleri yakalayıp bilincimden kaçamayan diğer şeylerle kendi özgür iradeleri dışında cebren ve bazen hileyle bir araya getirip birleştirme çabası denilebilir. ya da denilsin bilmiyorum.
yazdığım şeylerin ne olduğuyla ya da ne yazdığımla alakalı etraflıca düşünmedim açıkçası. -etraflıca düşünmek için yüksek bir yere çıkıp etrafı panaromik bir şekilde izlemem gerektiği fikri aklımdan çık lütfen- 
yazdığım şeylerin yazı değeri taşıyan şeyler olduğunu düşünmemem, yazdığım şeylerle ilgili düşünmememin başlıca sebeplerinden biri olabilir başlıca olmayan sebepler ise beni daha fazla düşünmeye zorladığı için o sebepleri şimdilik atlıyorum

ve ayrıca yazdığım şeylerle kendim arasında bir bağ olmaması için kafamdan elimden ve parmaklarımdan geleni yapıyorum. enteresandır bu iş bazı insan kişileri için oldukça zor ve bazı insan evlatları için oldukça da kolay bir şeymiş gibi görünebilme özelliğini kendi içinde barındırır. ben oldukça zor bulan insanlar arasına kendimi dahil ediyorum. -benden belge melge isteyecek halleri yoktur herhalde- böylelikle harfleri ve kelimeleri etki altında bırakmadan daha objektif bir şekilde bir araya getirebilirmişim gibi düşünüyorum bilmiyorum siz ne dersiniz bu konuya. -ne derseniz deyin bildiğimi okuyacağım zaten. (bildiğini okumak çok boş iş gibi geldi şu an biliyorsam niye tekrar okuyayım ki ha!) 

bu bonboş yazıya son verirkene ne dediğimi ve derdimi anlatamamış olmayı ümit ediyorum. -aslında umut da edebilirim ama iki u harfinin birer sessiz harf aralıklarla bir araya gelmesi canımı sıkıyor u harfine uyuz oluyorum-

bazen kendimi tekrar ettiğimin farkındayım ve bunun iyi bir şey olmadığının da farkındayım ama bunun kötü olduğuna inanmam için beni kandırmanız gerekir. canım isterse kolay kanarım ve canım istemezse de kolay kandırılırım- ayrıcana kimseye de kendimi tekrar etmeyeceğime dair bi söz verdiğimi hatırlamıyorum istediğim kadar kendimi tekrar edebilirim istediğim kadar kendimi tekrar edebilirim istediğim kadar ken
burda kestim karadeniz türküleri gibi oldu böyle fena olmadı sanki

not: herhangi bir cümleyi üç kere arka arkaya söyleyip üçüncüsünü yarıda keserseniz siz de bir karadeniz türküsü yazmış olursunuz.
teşekkürler





*beatmucid ceyhuni