var mı bişeyler

yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2012 Salı

muhabbet

yaşayanlar: emre ben, samet

[antebe gitmeden önce istanbul/üsküdar]

motor:

e.a-  "kanka sen şimdi antebe gidiyon.."
f.d-- "he kanka."
e.a- "kim bilir bir daha ne zaman gelicen!?"
f.d- "gelirim kanka ya!"
e.a- "antepten erzurum kaç kilometre?"
f.d- "ne biliyim olum bin km falan vardır heralde"
e.a- "olum anteple erzurum yan yana değil mi?"
f.d -"ne yan yanası olum!"
e.a- "burdan (istanbulu kastederek) antep kaç kilometre?"
f.d - "1100 km falan"
e.a - "he o zaman anteple erzurum arası 100 kilometre"





1 Eylül 2012 Cumartesi

en iltifatlı söz


karlı bir kış gecesi vcitor hugo evine doğru geliyormuş. eş dostla yiyip içmiş ve fena halde sıkışan hugo hızla malikanesinin kapısına gelmiş, kapı kilitli, uşağına seslenmiş “igooorr!” igor’dan ses seda yok. bakmış olacak gibi değil. kendi tabiriyle “sidik torbam atlas okyanusu büyüklüğüne ulaşmıştı. altıma kaçırmak üzereydim. yaşlılık işte.”  çaresiz bahçe duvarına yanaşıp etrafı kontrol ettikten sonra içindeki kötülükleri çıkarmaya başlamış. tam bu sırada sokaktan bir at arabası durmuş arabacı nefret dolu bir sesle “seni haddini bilmez buruşuk o… çocuğu! o işediğin, sefiller’in yazarı victor hugo’nun duvarıdır!’ demiş.
"işte, hayatımda duyduğum en iltifat dolu söz buydu."  diyor hugo.

Benim hayatımda aldığım en iltifatlı söz ise şuydu,
karlı bir kış gecesi, gece yarısına kadar dolaşmış sonra evimizden daha yakın olduğu için, eskiden bizim oturduğumuz, şimdi ise amcamların oturduğu eve gittim. Yengem ve amcam o saatlerde yatmış olurlardı kapıya yavaşça birkaç kez vurdum. amca oğlu uyandı ve benim o saatte ne işim olduğuna dair bir soru sormadan içeriye geçtik. Üstü açık olan koridoru geçtikten sonra -ki bu bölüme antepte hayat ya da sofa derler- soba olan odaya girdik, biraz oturup muhabbet ettikten sonra ben ince minderi açıp üzerime bir battaniyeyi çekip yatmaya hazırlanırken amca oğlu,
- kalk lan ordan! ona yatılır mı?

diyerek açtığı döşeği gösterdi.
+ yok ya amcoğlu ne gerek var, zaten yatacağımız kaç saat.
dedim.
- olmaz gel burada yat belin tutulur bişey olur
dediyse de dinlemedim
+ bir şey olmaz hadi sen yat oraya
deyip kafamı yastığa koydum. döşekte yatmayacağımı anlayan amca oğlu yarı uykulu biraz sinirli ve "ne halin varsa gör" der bir halde hayatımda duyduğum en iltifat dolu sözü söyledi ve kafasına yorganı çekip döşeğe gömüldü.
İt Döşekte Yatmazmış
duyduğum söz karşısında yirmi otuz saniye erol evgin gibi gülümseyerek kaldım. sonra "eyvallah amcoğlu" deyip suratımdaki tebessümle beraber it gibi uyudum.


14 Temmuz 2012 Cumartesi

nası yalnız(d)ım belli değil















bugün edirnede kimsesiz kaldım. bugün edirnede yalnız kaldım. bugün edirne'de öksüz, bugün yetim kaldım yine edirne'de. dört yılın nasıl geçtiğini her zamanki gibi zamanın sihirbazlığı ve insanın vurdumduymazlığıyla anlamadım. bugün son kalanlar da birer birer gitti. hatta ikisi birleşip gittiler.
ben daha burdayım diyenlerde gittiler. giderken görüşelim diyenlerde gittiler.
ne kadar da gitmişler.

yirmi üç yıllık hayat kariyerimin son dört yılını geçirdiğim şehirde yalnızım. iki yıldır kaldığım evi(m)den uzakta bir başka öğrenci evindeyim. ilk ve son kez geldiğim normal bir öğrenci evinden daha dağınık bir yerdeyim. yatağın üzerinde "niçe ağladığında" kitabı var niçe ağlıyor 
-hayır ben ağlamıyorum- masanın üzerinde kullanılmış bardaklar, zeytin çekirdekleri, bir şişe sıcaktan ılımış gazoz, portakal kabukları, poşet içinde biraz ekmek, acılı ezme, cd kutusu vs.
pencereden karşıdaki can eriği ağacı görünüyor, can eriği ağacının dalları pencereden içeri giriyor
yatakların üzeri eşya dolu.

bir odada iki yatak biri gıcırdar. ben divanda oturuyorum gıcırdamayan yatağın üzerinde. yolunu kaybetmiş bir böcek, hamam görmüş oda nemli ve sıcak bir hava. rüzgar evi es geçiyor. koltukta oturmuş bu satırları yazarken kendimi biraz rahatlamış hissediyorum. insan yazarken rahatlıyor, konuşurken sıkılıyor, çizerken seviniyor.

insanın uzaklarda bir düşüneni olması güzel
insanın düşünüldüğünü hissetmesi…
insanın düşündüğü anda kendisini düşünen birinin olması daha güzel.
insanın düşündüğüyle düşünleşmesi... güzel, çok güzel.


hamiş: edirne terk.

23 Kasım 2011 Çarşamba

öğretemeyenler günü.


[beni görüyorlar mı bilmiyorum ama]
ilk ve okul öğretmenim halil karakaş'ın
3. sınıf öğretmenim sema sedef bulut'un
4 ve 5. sınıf öğretmenim dilek genç arsalan'ın
6,7, ve 8. sınıftaki din kültürü ve resim öğretmenimiz mehmet tütüncüler'in
edebiyat öğretmenimiz arzu kahraman akça'nın
beden eğitimi öğretmenimiz cevdet osmanlı' nın
[soyadından anlaşılacağı üzere tokat üstadıdır.]
sonraa...
matematikçileri bilinç altına attım bilmiyorum.
sosyal bilgiler öğretmenimiz filiz aksakal'ın [çok fena döverdi onun için unutamadım]
[öğretmenler orta okuldan sonra hoca olmaya başladı]
lisedeki resim hocam fazilet arı'nın
sınıf hocamız yılmaz durmuş'un
ve adını hatırlayamadığım beni tokatlayan tüm hocaların,

ondan sonra
üniversitedeki bütün hocalarımın
öğretmesine izin verilmeyen yeni öğretmen ve öğretmen adaylarının
öğretmenler gününü kutluyorum.

21 Kasım 2011 Pazartesi

akşam kahvaltısı



sabah erkenden yapmamız gereken bir aktiviteyi geç de olsa yapmanın verdiği sevinçle sofraya oturduk.

bim'den aldığımız yeni ve ucuz kahvaltılıkları kaçak çay eşliğinde, yaradan allahın adıyla bir güzel götürdük.
her güzel şey gibi domates, ekmek, peynir ve yumurta alışkan olduğumuz bir çabuklukla tükaenince,
herkes sağa sola yuvarlanıp sofranın etrafından yavaş yavaş uzaklaştı.
[sofra dediğimiz: zaman gazetesi, su geçirmez]
yaklaşık iki saat olduğu yerde bekleyen sofradan şu dersi çıkardık:
"ne kadar beklersen bekle tabak, çatal, kaşık, bıçak, bardak kendi iradesiyle mutfağa gidemez."

22 Ekim 2011 Cumartesi

bilge kagan'dan kül tegin'e...


















...731 yılında Kül Tegin öldü. 47 yaşında ölen kahraman komutan için
ağabeyi Bilge Kağan'ın Göktürk kitabelerinde kendi ağzından şu ifadeler yer almaktaydı.

"Küçük kardeşim Kül Tegin öldü.
görür gözüm görmez oldu,
bilir bilgim bilmez oldu...
zamanın takdiri tanrınındır.
kişi oğlu ölmek için yaradılmıştır.
yaslandım, gözden yaş, gönülden feryat gelerek
yanıp yakıldım...
milletimin gözü, kaşı [ağlamaktan]
fena olacak diye sakındım."

kaynak: ibrahim kafesoğlu, türk milli kültürü