var mı bişeyler

şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mart 2013 Perşembe

nükleer başlıklı kız



















mesela şarkı,
sestir bazen ya da sadece melodi
ya da yada
enstrümansız çalınan bişeydir
onu da duymak için sağır olmak gerekir

öyle bişeyler
bir şeyler de ayrı yazılır ama
bişeyler deyince inanın
kuralları görmezden geliveresi geliyor insan
çünkü kulağın sevdiği şeye dil razıdır
dilin razı olduğu şeyi de kalem
kağıda kazır

natural born killers izledim 
şöyle böyle bi film 
tarantino acı çekse yine izleriz
imza: nusrat fatih ali khan
bir bruce lee atasözünün de dediği gibi
                                be water my friend
aziz olasın
iyi uykular kurosawa
toshiro'ya selam 
damara devam

http://www.youtube.com/watch?v=y6wwDBwKEu8


24 Ocak 2013 Perşembe

natürel yarim





kalbim uçan balon
aklım plastik top olur natürel yâri görünce
seviyorum hakim bey
iki yüz elli sene yatarım hapiste
tek suçlu ben olmalıyım bu gezegende
natürel yâri sevdimsesan marino’ya kaleci olayım
eğer yalan söyledimse

gönül söz dinlemiyor, dimağ ile sözleşince
ronaldo ile messi'yi kim tutar ki birleşince
ofsayt taktiği boş, yârin gözleri forvetse
sen best anlarsın george el at şu işe

yörüngesi kayar dünyanın
natürel yâr ekseni etrafında dönünce
"uzaklarda bir yerde türküler söyleniyor duyuyorum.." dönence
meridyenler birbirine yaklaşıyor
yâr yanıma gelince

saat farklarına aldırma sev(m)iyorsan söyle
istersen greenwich de buluşalım
saat istediğini istediğin geçe
beklerim ben
kutuplar eriyip, afrika semizleyinceye
ama iyi bak sen, kontrol et yine de
büyük ihtimalle temassızlık var kalbinde.

8 Ocak 2013 Salı

b'ademcik

eğer bademciğiniz şişmişse sabah kalktığınızda
ve ilaç kullanmadıysanız sonrasında
boğazınıza dolu bir kül tablası dökülmüş gibiyse
ve tükrüğünüz geçmeden gırtlağınızdan
önce bademciklerden izin alıyorsa
ve utanmadan şişmeye devam ediyorsa
ilaç kullanmamaya devam etmişsiniz demektir.
-devam edin-

ayrıca hiç düşündünüz mü?
niye bademciktir bademciğin adı -ben düşünmedim-
zaten insan düşünmez hiçbir şeyi,
ağrımadan bir yeri
adem elmasına yakın olduğundan olabilir mi hocam?
valla olabilir..
o zaman ben de ademcik niye değil derim
mesela
b'adem elması da olabilirdi değil mi?
ama bademcik olmuş -şişmeden önce-
şiştikten sonra cik takısı düşer
buraları bıraktık
kuru yemişçilere ve latinlere

boğazlı kazak giymek de çözüm değildir genelde
çünkü bademcik zaten mikrobu kapmış
olduğundan, daha sonra önlem almak boşuna
ayrıca mikroplar sıcakta daha çabuk ürerler
bırakın boğazınız açık kalsın ;
-savaş gemileri hariç-

31 Ekim 2012 Çarşamba

kırılacak şeyler




















sevmek, ağzını musluğa dayamak gibi bir çocuk,
çenesinden süzülür sevdalar, olur oluk.
yaralar kapanmaz,
dikiş tutmaz acılar gönlümüzde,
yedi yirmi dört konuk.

budanmış ağaçları gören serçeler,
üç numaraya verilmiş saçları çocuklar gibi hüzünleniyorum
olmayınca, eldivenlerimde ellerin.
üç yüz altmış beş gün artı mesai ile
seni düşünecekli kendime, -sigortasız-
iş bakıyorum.

biliyorum bir getirememek kelimeleri nedir araya
başımı omzuna bırakıp, yolları önüme düşürüyorum
kalbimi kontrol ediyorum, yumruğunu alıp,
kalplerimizin üst üste gelmesine, dikkat ediyorum.

yerler ayaklarımdan kesiliyor
şoför acıları kesiyor -kaşar kesen büfeci titizliğiyle-
umut ve hayalleri götürüyor dört teker
rüyalarla birlikte.
bir el bagaja dolduruyor sevdaları
dikkat et diyorum
kırılacak şeyler var içinde.

30 Ekim 2012 Salı

incir çekirdeğini dolduracak sebepler

sebepler..
nedenler,
ve sonuçlar arasında ilişkiler..
-ne kötü bir kelime-
duymadığım bir şeyler, söyle
şöyle, kulağıma tokat gelmişçesine
allak bir bullaklık musallat olsun bedenime.
sen, çekirdek çitle o sırada
karpuz özellikle.
kabukları elinde biriktir koy cebime.
meyvesindedir çekirdeğin vitamini.

dişlerimin arasında kalan incir çekirdekleri kadar,
sevsem seni yeter mi?
yetmezse biraz daha alıp gelirim ağacı,
bahçemizde, dedem dikmiş
tee bilmem kaç yıl önce.

güleceğin tutsun beni
güleriz ağlayasımız varsa halimize
yasımız yoksa, ağ lama
en güzel anam ağlar yine de
ikimizin yerine.

sebepler..
incirin çekirdeklerini
dolduracak kadar hemi de
kabuklar..
incir çekirdeğini saracak büyüklükte.


20 Ekim 2012 Cumartesi

sana git diyeceğim lavinya

















hem de,
öyle bir zamanda git ki,
geri gelmen mümkün olmasın.
giderken kapıyı kapat da soğuk girmesin.
"lavinya gitme"
diyeceğimi sanıyorsan
sandıklarınla beraber baş başa,
iyi yolculuklar sana.
-sandık demişken-
içinde bir şeylerin varsa onları da al yanına unutma.
unuttukların benim seni unutmama engel olmasın sonra.

sana git diyeceğim,
git ve ne halin varsa görme!
beddua değil yanlış anlama,
ya da yanlış anla lavinya!
doğru anladıkların bir işe yaramadı
belki yanlışların buldurur doğruyu sana.
git lavinya
gitsene lavin ya!
sana git diyorum ya lavin.
sen gitmeyeceksin.


24 Eylül 2012 Pazartesi

belki de


belki at olurum
seni de alırım sırtıma
dörtnala gideriz buralardan
bağdat yahut isfahan'a

dalgıç olurum belki de
sen de dalarsın yanımda büyükhintatlas okyanusuna
kayıp bir şehir olup kalırız
sular altında

yağmur belki olurum
yağarım saçlarına
börekler açmasan da kapını aç
misafir olarak gelirim sana

cerrah olursam belki -olamam da-
seni de aldırırım ameliyatlara
gözlerini biraz çek üstümden
eğer kastın yoksa canıma

belki de "sair" olurum
"ve"yi de sen getirirsin yanıma
cümle içlerinde birleşemesek de
birleşik okunuruz ağızlarda
bu da kafiye olsun diye hatta
v for vendetta-

belki de sadece belki olurum
hep bir ihtimal olarak kalırım dudaklarında
olur da "bakarız", "olabilir" yerime kullanılır
aman ha!
sen onlara kulak asma.

9 Eylül 2012 Pazar

henüz






















uzaktan ve yakından alakalıydım gözlerine
sabahın erken gecenin geç saatlerinde
düşünürdüm daha fazla
horozlar adını bağırıp
yıldızlar evlerine henüz dağılmamışken
çok doluydum sana.
en çok yağış alan mevsiminde ülkenin,
en büyük barajıyla yarışacak kadar büyüktü doluluk oranım
ve bu baskıya dayanamayacak kadar
güçsüzdü kalp duvarlarım
henüz.

yeterli haş-iki-o ciğerlerime uğramaz,
yetetersiz haş-iki-o boğazıma oturmuştu
yardımcı kuvvet olarak bir de gözlerin gelince
yutmaya çalışırken, dünya kalmış gibi
sıkışıyordu boğazımda kelimeler
dilim greve gidiyordu seni görünce
dizlerimin bağını bağlamaya çalışırken ben peşinden,
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor ellerin ellerimden
henüz.

aylar sonra gelen edit: ulan sonu daha iyi olabilirmiş.

8 Temmuz 2012 Pazar

evet, mayısın son haftasıydı

-genel kanaat-
“Hava o gün çok sıcak."tı
-özel kanaat-
Çok soğuktu da
Güneş vardı ama belli ki başka işleri de vardı
Takvimler mayısın son haftasını gösteriyormuş
Takvimsizlikten her hangi bir ay görmem mümkün değildi.
Onun da beni görmek istediğini sanmıyordum
-takvimlerle aramız hep bozuktu-  
Evet, Mayısın son haftasıydı.
 “Okulun bitmesine de iki hafta kaldı. Nasıl geçti lan dört yıl?”
Muhabbetlerinden anlıyordum
Evet, Mayısın son haftasıydı.
Aynı zamanda Ekim’in sonlarıydı da.
Edirne’nin kendi halkının da dediği gibi
Havasına ve kızına güven olmaz”dı.
Olmuyordu da. -yani havasına-

Ayların bir suçu yoktu zannımca
Deyimlerin, mevsimlerin ve Edirne’nin kızlarının da    
Dörde bölerken mevsimleri
On ikiye bölerken ayları
Yılları üç yüz altmış beş güne
Günleri yirmi dört saate
Saati altmış dakikaya
Dakikayı altmış saniyeye
Saniyeleri saliselere
Ayırdığımız için
Biz suçluyduk çokça
Ne kadar da seviyorduk bölüp parçalamayı
Elimize geçen ne varsa parampar’çalıyorduk
Yutamıyorduk
Unuttuğumuz bir şey vardı
Bölüşmüyorduk.

23 Haziran 2012 Cumartesi

yücel yazı yaz




















Başım seni ağrıyor
En kılcal damarlar deri(n)den fırlayacak gibi
Sen geçiyorsun içinden
Sen de olsan duramazdın yerimde
İçimden sen görünsen

Kirpik kaşa tutunuyor
Bir an bile kaçırmamak için, güzelliğinden
Göz bebeklerim sarhoş, seni gördüğünden
uykum sana dalıyor
ellerinden tut, rüyalarına girerken

Harfler koşar adım
Aceleyle damağı öpüyor diller
Yelkenliyi itecek gibi sıcak nefesin
Dudağından damlıyor, balı kıskandıran sözler

Cümle olmak bütün alfabetik dilekler
Şiirler seni okutur, çizgiler sende birleşir
Ve
Seni yazmak için
Okuduğum bütün Ali ve Ayşeli fişler


hamiş: bu şiyir adı yok dergisinde yayınlanmıştır.


14 Mart 2012 Çarşamba

laf-ı güzaf -dört-


matbaa icat olundu, katiplik bozuldu
seferberlik ilan edildi iç organlarımda
harb çıktı
duy(g)ularıma el konuldu
gözlerindi bütün suçlu
ve ellerin
gönüllü haciz memuru

kamu kuruluşlarına ilan dağıttım
meşru olsun istedim
esnaf ve sanatkarlar arasında
gönlüm tapulu
bakanlar kurulu kararıyla ayırdılar bizi
suçlu hakimler ve bakanlar
yüksek kurulu

11 Mart 2012 Pazar

yar'a açık

























damlaya damlaya göl oldu acılarım
hiç üşenmem, mutlulukları tez zamanda acılarım
solmasın-ı- istemem mütemadiyen sularım
çok tatlıydı ağladıkça tuzlandı sularım
daha fazla dayanamadı göle bıraktığım tatlı su balıklarım
nerede tuzlu su görsem hemen balıklarım

deli gibiyim, kafamı çok vurdum sanırım
gözlerinden oldu hep ince hastalıklarım
derdi dermanı bir açtığın yaralarım
ben hiç anlatmadım, sen sormadın
kapansın istemem yaralarım

5 Mart 2012 Pazartesi

sonra..

























bin bir türlü şey gelir
yatarken aklıma
elime bir saz alırım
dilime bir söz 
ben çalamam kimse de söylemez
sazı bir kenara koyarım
sözü kağıda
sonra
iki kaş iki de göz gelir
kalem gelir sonra
kağıt gelmez
eller görünür
gel etmez
bir mendil yere düşer 
gönlüm gönlüne
sonra
güller ayılır
bülbüller bağ'a girer
bir dilber kara üzüm yer
ağustos böceği karıncaya güler
masal dinleyen çocuk yorganı üstüne çeker
bir balık oltaya aşık olur
ben sana
sonra
dağ tavşana küser
kırmızı başlıklı kız başlığını kaybeder
cüceler prensi döver
güvercin buğdaya
kedi güvercine doğru ilerler
kediyi kovayım derken
güvercin de uçar gider 
sonra
uykum gelir
ardından ve hemen gider
mecnun çöle 
başım yastığa
gözlerim gamzelerine 
sonra
gömülür gider

28 Şubat 2012 Salı

dua
















hasetliğe, fesatlığa
gönül rahatsızlıklarına
baş ağrısına
bilumum hastalıklara
bir adım öteye
kilometrelerce uzağa
sınavlara ve imtihanlara
kötülük, zorluk ve entrikalara
en mutlu anlara
milli ve ulusal maçlara
yağmursuzluğa ve kuraklığa
mutsuzluklara
çirkin işlere
fenalığa ve azgınlığa
her türlü müsibet ve belalara
iyi gelir
ederseniz..

13 Şubat 2012 Pazartesi

laf-ı güzaf üç













tamam dedim
hiçbir şey düşünmek istemiyorum
başladım
hiç: farsça 
bir: türkçe
şey: arapça
ne güzel dedim diller arası diyalog
yeni karlar dökülüyordu
önceden yağan kar sulanmıştı
ellerim cebimde ilerliyordum yokuş aşağı
kar yağarken ellerini cebinden çıkar derdi babam olsa
çıkarmadım
yanında babam yok diye değil
babamı dinlememek namına

adımımı her attığımda
yarı buz olarak hayatlarına devam eden karları
ezip sukarını çıkarıyordum
-sesini bilirsiniz-
hiçbir şey düşünmek istemiyordun dedim
ne düşünüyorsun diye kızdım kendime
uğraşma dedim sonra kendimle
kendime
hiçbir şey düşünme dedim
başladım tekrar hiçbir şey düşünmemeye

hiçbir şey düşünmemeye çalışırken
hiçbir şey düşünmemeyi düşündüğümü fark ettim
hiç-bir-şey düşünmemeyi düşünüyorsam dedim
hiçbir şeyin düşünülememesi diye bir şey yok
hiçbir şeyi bile düşünürken
baya bir şey düşünüyorsam dedim
her halükarda düşünmüş olurum diye ekledim
kafam karıştı
karın altında gizlenen siyah poşete basıp
yarım metre kadar kayınca
kendime geldim
-yok sövmedim-
halukar'ı doğru yazdım mı diye baktım
sonra.

http://www.youtube.com/watch?v=75b1XO0AjwI&feature=BFa&list=FLXvenYvRiU5O7_68ifsHQqg&lf=mh_lolz
bunu dinledim

30 Ocak 2012 Pazartesi

laf-ı güzaf iki


















bugün hiç kalp kırmadım
iki çay bardağını kalpsiz sayarsak
sayılamayacak kadar çay doldurdum
ince belli bardaklara
hemen sayılabilecek kadar çay içtim
yaşayan bir çınarla konuştum
-yüksek sesle-
kaçak tütün ve çay
-titreyen ellerde-
kar yağdı yine kar üstüne
dua edilse kabul olurmuş
karla birlikte
dua ettim tabi hemen,
-öğrenince-
çok biraz özledim
az ağlamadım
düşündüm epeyce bir süre
yemeyi unuttum yemek
sonra yemek yemediğimi de
"su içmeden kaç gün yaşar bir insan?"
diye sordum.
"su içmeden kaç gün yaşayan insan görene sormak lazım"dedim.
sonra kendime.
bir de çılgın max'in mel gibson olduğunu öğrendim
dün gece.
dün gece deyince bir de türkü geldi hetrime
erzurum yöresinden,

"dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi
altım çamur üstüm yağmur, yine gönlüm hoş idi"

dinleyelim öyleyse,
http://fizy.com/#q/dün+gece+yar+hanesinde+

17 Ocak 2012 Salı

laf-ı güzaf

















okumadan önce açılacak.


sene olmuş iki bin on iki
hala günde üç sınava giren öğrenciler var
sonra da, "öğrenciler dersten kalıyorlar."
mayalar'a göre kıyamet aralık gibi kopar
ne mehdi'den
ne yecüc mecüc'den
ne de dabbet-ül arz'dan haberdar olan
mayalar
ben çok severim diye üşenmez
anam geceden hamur mayalar

ocağın yarısı geçti geçer
okulun son senesinin ilk yarısı da
zaman su gibi akıyor derler ya o misal
suyun olaylardan haberi yok
teşbihte hata olmaz -olursa da mübalağa

sınav varmış üç tane yarına
ne işim var benim bu(a)rada
falanlar fıstıklara karışmakta
kulak veriyorum
ud çalıyor udi iç kulakta
ne güzel de içimi parçalamakta

en kritik haftasındayım
okulum ya uzadı,
ya uzayacak
ya da uzamakta
kritikler aklımı bulandırmakta
şimdi dua gerek tam bu anda -inşirah yetişti imdada-
bir güzel mi bakıyor camda
ben mi güzel düşünüyorum
yoksa güzel de buraya mı bakmakta
tamam sakinim
hayalmiş zaten nasıl umutlandımsa
-üç nokta-

23 Aralık 2011 Cuma

dersler derya olmuş ben de bir sandal












deryalar içinde başıboş yüzen dertler gibiyim.
hülyalar peşinde koşuyorum.
ama dert çalışmam lazım...
çalışmam söylenen onlarca ders ve
öğrenmeden "başarılı, başarısız" diye yaftalandığım
bir sistemle boğuşmak zorundayım.
geç kalmamalıyım..
maazallah devamsızlıktan kalırım.

kendilerini kral ve komutan zanneden hocaların,
üzerime gönderdikleri fotokopi orduları, ellerindeki oklarla coğrafyama tarih atıyor.
hilal taktiğiyle etrafımı çeviriyorlar.
onları ancak zımbalarla durdurabiliyorum.
diğer sınavlara kadar…

akademik kitaplar hiç bir şeyi açık açık anlatmamakta direniyor.
beni normal kitaplardan soğutmaya çalıştıklarından şüphelenmeye başladım.
kitap okumaktan zevk alırken nefret etmek de nerden çıktı?
hiç sana yakışıyor mu? dedim.
kendi içimden,
kendi bendime.
asıl sorun, istemeden bir kitabı okumak,
ya da sadece ezberlemek zorunda olmak,
yani öğrenememek,
dedim sonra.

bu, ortada hiçbir şey yokken birinin gelip kafanızı kör bıçakla kesmeye çalışmasına benzer.diye ekledim. abartarak
birilerine fırsat vermeden kendi kafamı kesmeye karar verdim.
kör bıçakla, ve kestim.
kafamı da alıp olay yerinden uzaklaşıyorum şimdi.
kan sıçramasın istiyorum sayfalara.

sahte dünyanın yalancı sınavlarından,
sahte hocaların kendileri kadar gerçek hocalıklarından,
cevabı belirsizleştirilmiş sorulardan
ve sadece anne ve babamın hatırına değer verdiğim,
hocaların düşünceleri kadar değerli olan notlardan dem vurarak yürüyorum.
[ kendime bir şey yapacak kadar cesur değilim.]
en yakın kütüphaneyi arıyorum.
kimsenin zorla bir şey okutmadığı,
kitapların okuyucuları, okuyucuların kitapları arayıp bulduğu,
eski kitapların yeni kitapların kokusuna karışıp alıştığı,
bin bir türlü dimağın bin bir türlü düşüncelerinden nemalanmaya.

iki şekerli demli bir çay istiyor babam ocaktan.
farkında olduğunu çaktırmadan bütün olanlardan
ocakçı çaya doluyor ince belli bardaktan
bir yudum alıp gidiyorum
en kaçağından…
bir şarkı çalıyor kulaklarıma uzaktan
“dersler derya olmuş ben de bir sandal.”

12 Temmuz 2011 Salı

İsmail Abi'ye
















"...
her yere yetişilir

hiç bir şeye geç kalınmaz
çocuğum beni bağışla
ismail abi sen de bağışla...



boynu bükük duruyorsam eğer
içimden böyle geldiği için değil
ama hiç değil
ah güzel ismail abim benim 
insan yaşadığı yere benzer
o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
suyunda yüzen balığa
toprağını iten çiceğe
dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
konya'nın beyaz
antep'in kırmızı düzlüğüne benzer 
göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
denizine benzer ki dalgalıdır bakışları
evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
öylesine benzer ki
ve avlularına



(bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
ve sözlerine
(yani bir cep aynası alım-satımına belki)



ve bir gün birinin bir adres sormasına benzer
sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne
camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına 
minibüslerine, gecekondularına
hasretine, yalanına benzer



anısı işsizliktir
acısı bilincidir
bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
gülemiyorsun ya, gülmek
bir halk gülüyorsa gülmektir



ne kadar benziyoruz Türkiye'ye ismail abi... 
bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
dirseğin iskemleye dayalı



-- bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --



cigara paketinde yazılar resimler
resimler: cezaevleri
resimler: özlem
resimler: eskiden beri 



ve bir kaşın yukarı kalkık
sevmen acele
dostluğun çabuk
bakıyorum da şimdi
o kadeh bir küfür gibi duruyor elinde...



ve zaman dediğimiz nedir ki ismail abi
biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir 
o zamanlar malatya kokardı istasyonlar
nazilli kokardı



ve yağmurdan ıslandıkça edirne postası
kil gibi ince istanbul yağmurunun altında
esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen



kadının ütülü patiskalardan bir teni 
upuzun boynu
kirpikleri
ve sana ismail abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
sofranı kurardı
elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
çocuklar doğururdu 



ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar...



bilmezlikten gelme ismail abi
umudu dürt
umutsuzluğu yatıştır
diyeceğim şu ki 
yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
çocuklar, kadınlar, erkekler
trenler tıklım tıklım
trenler cepheye giden trenler gibi
işçiler 
almanya yolcusu işçiler
kadınlar
kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
ellerinde bavullar, fileler
kolonyalar, su şişeleri, paketler
onlar ki, hepsi
bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
ah güzel ismail abim benim 
gördün mü bak!
dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
ve dağılmış pazar yerlerine memleket
gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
gelse de
öyle sürekli değil
bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün 
o kadar çabuk
o kadar kısa
işte o kadar...



ismail abi, güzelim, bir mendil niye kanar?
diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar?



mendilimde kan sesleri...

[edip cansever]
-edip abi beni bağışla, 
ahmet abi kusura bakma.-

18 Nisan 2011 Pazartesi

şeyhim galib'im

    


26 yaşında hüsn-ü Aşk'ı yazan, 
41 yaşında hakkın rahmetine kavuşan, 
divan edebiyatının son büyük şairi bir mevlevi şeyhi.
adı galip. 



şarkı


fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni
ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni 


bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır
rişte-i cem’iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır
hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır
bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni 


ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu
sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu
râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu
yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni 


bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine
sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine
tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine
hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni 


gâlib-i dîvâneyim ferhâd u mecnûn’a salâ
yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana
şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana
anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni. 


şeyh gâlib
(1758-4 ocak 1799)