var mı bişeyler

20 Temmuz 2023 Perşembe

bir çift yürek - marlo morgan




selam dostlar. bir çift yürek kitabıyla alakalı bir kaç çift kelam etmek isterim müsaitseniz. 
teşekkürler.
kitap amerikalı doktor bir ablamızın avustralya seyahati sırasında hiç hesapta yokken karşılaştığı aborjinlerle çölde çıktığı yolculuğu ve yolculuk sırasında yaşadığı içsel yolculuğu anlatıyor. yani bizi iki yolculuk bekliyor. bir alana bir yolculuk bedava ya da bir taşla iki yolculuk gibi bişey. 
kitapta yer yer klişeleşmiş kişisel gelişim esintileri olsa da genel olarak vermek istediği mesaj falan güzel. aborjinleri bir nevi çok eskilerden kalan sufiler diyebiliriz. özetle, sıkılmadan çerez niyetine okuyabileceğiniz bir kitap diyebilirim. 
okuyacak olanlara selamlar şimdiden.
okuyanlar da hislerini yorum kısmısında paylaşabilir tabi ki.

not: aşağıda kitabı okurken altını çizdiğim bazı kısımları okuyacaksınız yani ben kitabınokumadan spoiler yemek istemiyorum diyenler yazının burdan sonrasını okumayabilme özgürlüğüne sahiptir.



-------------alıntılar----------------

“seçimlerini bilgelikle yap, çünkü istediğin şey eline geçebilir.”
s.33
cenap şehabettin'in şu vecizesini hatırlattı, "öyle dualarımız vardır ki kabul edilseler daha bedbaht olurduk" 


“size bir şey vereceğim, ama sizlerde benim isteyebileceğim hiçbir şey yok.“ 
s.46

“asla, asla deme! asla sözcüğünün, henüz denenmemiş durumlar karşısında hiç yeri yok ve üstelik “asla” sözcüğü, uzun, çok uzun bir zaman dilimini kapsıyor.”
s.49

“mutant sözcüğünün anlamı temel yapısında derin bir değişime uğrayan ve bu nedenle artık ilk yaratıldığı andaki gibi olmayan kişi idi.”
s.51

“insan yüreğinden akan tek şeyin kan olmadığını öğrenmiştim.”
s.54

“kabile her yeni güne; ışık, kendileri, arkadaşları ve dünya için tanrısal birlik’e teşekkür ederek başlıyorlardı. kimi zaman özel isteklerde bulunuyorlar ama bunu mutlaka, “eğer benim çevremdeki her türlü yaşam formlarının hayrınaysa, ” dileğiyle sona erdiriyorlardı.”
s.56

"her şeyin bir amacı vardır. hiçbir şey rastlantısal, anlamsız ya da yanlış değildir. sadece yanlış anlamalar ve ölümlü insana henüz açıklanmamış sırlar vardır."
s.56

“onlar mutantların pek çok fiziksel bağımlılığı olduğuna, bunlardan birinin de su bağımlılığı olduğuna inanıyorlardı.”
s.57
(günlük 3 litre su içmemiz lazım diyen mutantlara duyurulur)

“geçmişte, onlara avda yardım eden, arkadaşlık yapan ve soğuk gecelerde ısıtan evcilleştirilmiş dingolarla yolculuk etmişlerdi işte o soğuk gecelerden kalmış olan bir deyimleri vardı: üç köpeklik gece!”
s.62

“gerçek insanlar, sesin var oluş nedeni olarak konuşmayı görmezler. konuşmak, yürek ve akılla yapılır. ses, konuşma amaçlı kullanıldığı zaman ortaya dökülenler boş sözlerdir, ruhsal içerikli olamazlar. ses, şarkı söyleme, kutlama yapma ve şifa vermeye yarar.”
s.63

“bizler karşılaştığımız her kişiye bir şey verirdik ama ne vereceğimizi sadece kendimiz kararlaştırırdık. sözlerimiz, eylemlerimiz, ancak sürdürmeyi umut ettiğimiz yaşamın sahnesini oluşturmaya yönelikti.”
s.77

“mutantlar, gerçeği yaşamak yerine, koşulların ve durumların evrensel yasayı, konfor, maddecilik ve güvensizliğin altına gömmesine izin veriyorlardı."
 s.79

“eğer bir kişi yedi yaşındaki inançları ile otuzyedi yaşında kendini hâlâ iyi ve mutlu hissedebiliyorsa, bu kişi ömrünü boşa harcamış demektir.”
s.99
muhammed ali'nin şu sözünü hatırlattı, "dünyayı 20'sinde ve 50'sinde aynı gören kişi 30 yılını boşa harcamış demektir."

“tam karşımızda oturan kişinin bizim bir yansımamız olduğunu düşünüyorlardı. o kişide gördüğümüz ve beğendiğimiz nitelikler, bizde de olan ve daha da güçlendirmek istediğimiz niteliklerdi. bunun tam tersine o kişide hoşlanmadığımız davranışlar ve tavırlar da bizim üzerimizde durmamız gereken yönlerimizdi.”
s.104

“kendi varlığımızda aynı gücü ya da güçsüzlüğü hissetmezsek, karşıdaki kişinin iyi veya kötü niteliklerini yargılamamız olanaksızdır.”
s.105

“hiç kimse işe yaramayacak kadar yaşlanmaz.”
s.105

“bir müzisyen müziğini içinde taşır. bir çalgıya gereksinimi yoktur, çünkü onun kendisi müziktir.”
s.109

“sen birinin canını acıtırsan, kendi canını acıtırsın. birine yardım edersen, kendine yardım edersin. kan ve kemik tüm insanlarda bulunur. farklı olan yürek ve niyettir. mutantlar bunun sadece bir insan ömrü boyunca geçerli olduğunu, bireysellik ve ayrımcılık anlamında düşünürler. gerçek insanlar bunun sonsuzluğa dek süreceğini bilirler. atalarımız, doğmamış torunlarımız, her yerdeki tüm yaşam, bunların tümü ‘birdir’.”
s.123

“isa, gerçek insanlar kabilesi’ne gelmemiştir. istese elbette gelirdi, biz yine buradaydık, ama mesajı bizler için değildi. bize gerekli değildi çünkü bizler nasıl yaşamamız gerektiğini unutmamıştık. bizler zaten o nun gerçeğini yaşamaktaydık. bizler için, “birlik görünen bir şey değildir. mutantlar biçimlere çok bağlılar. görünmeyen ve biçimi olmayan bir şeyi kabullenemiyorlar.”
s.123

“kabilenin kurallarına göre yaşam ve yaşamak, hareket, ilerlemek ve değişmek anlamına geliyordu.”
s.124

“insanlar kızgın, bezgin, kendileri için üzgün veya korku dolu oldukları zamanlar yaşıyor sayılmazlar. soluk almak canlı olmayı belirlemez. bu, öteki insanlara hangi bedenin gömülüp hangisinin gömülmeyeceğini göstermeye yarar, o kadar!”
s.124

“her soluk alan insan bir canlılık hali sergilemez.”
s.124

“onlar, zamanlarını yapay biçimde ısıtılmış veya soğutulmuş yapılarda geçirirler ve dışarıya çıktıklarında normal bir sıcaklıkta bile başlarına güneş geçer.”
s.146

“ikinci özellikleri mutantların artık gerçek insanlar’ın sahip olduğu iyi sindirim sistemine sahip olmamalarıdır. onlar yiyecekleri toz haline getirir, eritir, kimyasal işlemler uygular ve saklarlar. doğal besinlerden daha fazla doğal olmayan besinler tüketirler. hatta bu konuda o kadar ileri gitmişlerdir ki, temel gıdalara ve havadaki polenlere karşı alerjiler geliştirmişlerdir. kimi zaman mutantların bebekleri, annelerinin sütlerini bile sindiremezler.”
s.146

“yerlilerin inancına göre maddesel nesneler korkuya yol açar. insanlar ne kadar çok mala sahipse o kadar çok korkarlar. ve olasılıkla sadece bu nesneler için yaşarlar.”
s.146

“misyonerler, kendi çocuklarına minnet duymayı öğretmek zorundaysalar -ki bu, insanın içinden gelen bir duygudur- dönüp içinde yaşadıkları toplumu bir daha gözden geçirmeleri gerekecektir. belki de yardıma gereksinimi olan asıl onlardır”
s.147

“onlar kaza veya hastalık nedeniyle ölmenin doğallığına inanmıyorlardı. kaldı ki, diyorlardı, zaten ebedi olan bir şeyi öldürmek olanaksızdır. onu yaratan sen değilsin, sen de öldüremezsin.”
s.147

“armağan, eğer verdiğin kişinin istediği bir şeyse, armağan sayılır. o kişinin sahip olmasını arzu ettiğin bir şeyi verdiğin zaman bu bir armağan olmaz. armağanda bir zorunluluk yoktur. koşulsuz olarak verilen bir şeydir. armağan alan kişi bunu ne isterse yapabilir: kullanabilir, kırabilir, başkasına verebilir, canı ne isterse onu yapar. armağan koşulsuz olarak alan kişinindir ve armağanı veren kişi karşılığında hiçbir şey beklemez. eğer bu koşullara uymuyorsa, bu bir armağan sayılmaz. o zaman buna başka bir ad vermek gerekebilir."
s.153

“tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver”
s.163

“hiçbir yaratık, bunu kendi arzulamadıkça acı çekmemelidir.”
s.166

“anladığımız kadarıyla mutantların yaşamında et sosu diye bir şey var. onlar gerçeği biliyorlar ama bu, çıkar, maddecilik, güvensizlik ve korku denen kalın ve baharatlı bir kabuğun altında gömülü kalmış. yaşamlarında bir de pasta kreması diye bir şey var. bu, onların varoluşlarının tüm dakikalarını yüzeysel, yapay, geçici, hoş lezzetli, hoş görünüşlü tasanlar yapmakla geçirdiklerini ve yaşamlarının pek az zamanının sonsuz varlıklarını geliştirecek eylemlere ayırdığının bir kanıtı bizce.”
s.168

“evrenin her yanında gerçek dostlar birbirleriyle vedalaşırken ne yapıyorsa biz de onu yaptık: birbirimizi kucakladık. ooota şöyle dedi: “sana verebileceğimiz her şeye sen zaten sahiptin, bu nedenle sana verebileceğimiz hiçbir şey yoktu, ama bu veremediklerimizi bile bizden almayı, kabul etmeyi ve benimsemeyi öğrendiğini hissediyoruz. İşte bizim sana armağanımız da bu. “ soylu kara kuru ellerimi ellerinin içine aldı. sanırım gözleri yaşla dolmaya başlamıştı. eminim benim de öyleydi. “lütfen bu bir çift yüreği yitirme dostum, “ derken ooota sözlerini bana aktarıyordu: “bizim yanımıza iki açık yürekle geldin. şimdi bu iki yürek hem bizim hem senin kendi dünyan için anlayış ve duygu ile dolu. sen de bana bir ikinci yürek armağan ettin. artık ben de kendim için asla hayal edemeyeceğim bir bilgi ve anlayışa sahip olduğumu biliyorumsana verebileceğimiz her şeye sen zaten sahiptin, bu nedenle sana verebileceğimiz hiçbir şey yoktu, ama bu veremediklerimizi bile bizden almayı, kabul etmeyi ve benimsemeyi öğrendiğini hissediyoruz. işte bizim sana armağanımız da bu. “
s.169

güzel bir aborjin duasıyla yazımıza son veriyoruz

seni ayakta tutmaya yetecek kadar 
güzelliklerle dolu bir yaşam sürmeni dilerim.

aydınlık bir bakış açısına sahip olmana 
yetecek kadar güneş diliyorum. 

güneşi daha çok sevmene yetecek kadar 
yağmur diliyorum. 

ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar 
mutluluk diliyorum. 

yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi 
algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.

isteklerini tatmin etmeye yetecek kadar, 
kazanç diliyorum. 

sahip olduğun her şeyi taktir etmene, 
yetecek kadar kayıp diliyorum. 

son 'elveda'yı atlatmana yetecek kadar 
'merhaba' diliyorum..



-------------- alıntı-------------


not: aborjin yerlileri kendileri dışındaki diğer tüm insanlara mutant diyor.

12 Temmuz 2023 Çarşamba

aforizmalar, franz kafka

















"kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı."
s.13

"belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. bu noktaya erişmek de gerekir."
s.12

"bilgeliğin başladığına ilk işaret, ölmek isteğidir. bu yaşam dayanılmaz görünür, bir başkası ise erişilmez. insan ölmek istediği için utanmaz artık; nefret ettiği eski hücresinden alınıp ilk işi nefret etmeyi öğrenmek olacağı yeni hücresine konulmak için yalvarıp yakarır. bunda belirli bir inancın kalıntısı da etkilidir; taşınma sırasında efendi koridorda görünecek, tutukluya şöyle bir bakacak ve diyecektir ki: "bu adamın yeniden hücreye kapatılmasına gerek yok. o bana geliyor artık."
s.13

"gerçek düşmandan sınırsız bir cesaret akar içinize."
s14

"sayısız sığınak vardır, ancak kurtuluş yolu tektir; ama kurtuluş olasılıkları yine de sığınaklar kadar çoktur. bir hedef var, ama yol yok; bizim yol dediğimiz şey, bir duraksamadır."
s.14

"iyi, bir bakıma rahatsızlık vericidir."
s.14

"önceleri sorularıma neden cevap alamadığımı anlayamıyordum, şimdiyse soru sorabileceğime nasıl inanabildiğimi anlayamıyorum. ama gerçekte inanmıyordum ki, soruyordum sadece"
s15

"sonsuzluk yolunda nasıl böylesine kolayca ilerlediğine hayret eden birisi vardı; gerçekte hızla bayır aşağı yuvarlanıyordu."
s.15

"insan, içinde yok edilemez bir şeyin varlığından sürekli emin olmadan yaşayamaz."
s.16

"insan ancak olabildiğince az yalan söylediğinde olabildiğince az yalan söylemiş olur; yoksa olabildiğince az yalan söyleme fırsatını bulduğunda değil."
s.18

"ev halkını koruyan tanrıya inanmaktan daha keyif veren ne olabilir!"
s.19

"kendini insanlığa bakarak sına. şüphe edeni şüpheye, inananı inanca götürür bu."
s.19

"bir kere olmuş olan iptal edilemez, sadece belirsizleştirilebilir."
s.21

"sözcüklerin yol açtığı karmaşadan kurtuluş: etkin olarak yok edilecek olanın, ilk önce sıkıca kavranmış olması gerekir; ufalanıp dökülen ufalanıp dökülür, ama yok edilemez."
s.21

18 Haziran 2023 Pazar

aşk ve öbür cinler

selamun aleyküm pek nadir bulunan ve anadolu'da nesli neredeyse tükenmek üzere olan sevgili blog okuyucuları ve genel olarak okuyanlar.
bugün sizlerle güney amerikanın tezenesi her kitabı ayrı güzel ve gerçekten büyüleyici gerçeklik dolu gabriel garcia marquez'in "aşk ve öbür cinler" kitabından arakladığım bazı kısımları paylaşacağım. müsadenizle

kitabın hikayesi gayet marquez'e yaraşır bir şekilde. marquez 45 yıl önce gazetecilik yaptığı yıllarda bu olaya tanıklık etmiş. şöyle bir şey;
eski bir manastırın yerine bir otel yapılacakmış. manastırın mahzenindeki mezarlar kazılıp boşaltılırken, mezarların birinde bakır rengi bir saç yığını bulunmuş gayet canlı olan bu saçlar çekilip çıkarılmakla bitmiyormuş adeta her yerde saç var kimin bu saçlar. en sonunda bir kız çocuğunun kafatasına yapışık son saç tellerini ulaşmışlar bu saçlar rivayete göre yirmi iki metreden biraz daha uzunmuş gabriel garcia marquez yıllar önce tanık olduğu bu ilginç olayı unutur mu unutmaz tabi yazmış bir kenara beklemiş yıllaaaar yıllar demlensin deyü. bu kadar da yetmez demiş. çocukluğunda büyükannesinden dinlediği, bir köpek ısırması sonucunda kuduzdan ölen küçük bir kızın masalıyla bu hikayeyi birleştirerek ortaya bir sanat eseri çıkarmış. ee marquez demek böyle bir şey kolay yetişmiyor bu adamlar kıymet bilin biraz


neyse başlayalım

aşk ve öbür cinler*


"güller arasında dolaşan bir gergedan rahatlığıyla geçiyordu"  s.27

"marki, kızının şaşırtıcı daha başka yalanlarını uzun uzun sayıp döktü; bundan üzüntü değil, baba olarak belirli bir kıvanç duyuyordu. “belki de şair olacaktır,” dedi ama abrenuncio, yalanın, sanatın bir koşulu olduğunu kabul etmedi. “yazı ne kadar saydam olursa, şiirsellik o kadar çok kendini gösterir,” dedi.  s.30

"bunca yıllık insanlık tarihinde,” diye sözlerini tamamladı, “hiçbir kuduz hastası, nasıl olduğunu anlatacak kadar uzun yaşamamıştır.” S.30

“mutluluğun iyi edemediğini iyileştirecek ilaç yoktur.” s.31

"kızın deli olduğu ileri sürülünce de, verdiği yanıt şu oldu: “düşüncelerini kabullenecek olursanız, hiçbir deli, deli değildir.” s.32

"bir keresinde şöyle demişti: “hayatta olmaktan korkarak yaşıyorum.” işte bu sürgün hayatında kazanmıştı o hüzünlü görünümünü, çekingen tavırlarını, düşünceli halini, uyuşuk hareketlerini, ağır ağır konuşmasını ve sanki onu bir inziva hücresine mahkûm eden o mistik eğilimini."

"o günlerde sierva maria, şarkılarda dedikleri gibi, aşkın her şeyin üstesinden gelebileceğinin doğru olup olmadığını sordu ona. “doğrudur,” diye yanıt verdi babası, “ama sen yine de inanmasan iyi olur.” S.46

"daha fazla öksürmemesi için üzerini örttü ve onu bu dünyada daha önce hiç sevmediği kadar çok sevmenin verdiği yepyeni bir hazla yatağın yanında uyumadan beklemeye koyuldu." s54

"bazen anlamadığımız bazı şeyleri, tanrının anlamadığımız şeyleri olabileceğini düşünmeden, şeytana yorarız.” s.75

“iblislere, doğruyu söyledikleri zaman bile inanmamak gerekir.” s75

"zamanında gösterilen bir kuşkudan daha yararlı bir şey olamaz,” s77

"onu düşündükçe daha fazla düşünesi geliyordu." s.82

"dünyanın dönmesine karışamayız,” dedi delaura. “ama bize acı vermemesi için bunu bilmezlikten gelebilirdik,” s.89

“seni unutmama fırsat verme.”  s.97

"bimiyorum,” dedi marki. “onu ne kadar çok tanısam, o kadar az tanıdığımı hissediyorum.” s.103

"bu gözün tek kusuru, gerektiğinden fazla görüyor olması,” dedi." s105

"tutkudan arta kalan sakin zamanlarında, gündelik sevginin sıkıntılarını da yaşamaya başlamışlardı." s.120

"ben seni, hepsinin genç ve güzel olduğu ve en iyisini ayırt etmenin kolay olmadığı bir kalabalığın içinden seçtim, dedi marki." s130

dulce olivia, yemeğini bitirmeden kalktı. sofrayı topladı, müthiş bir öfke içinde tabaklarla tencereleri yıkadı; yıkarken de her birini yalağın içinde kırıyordu." s.130

"aşkın, doğaya karşıt bir duygu olduğunu, birbirlerine yabancı iki kişiyi mutsuz ve sağlıksız, hem de ne kadar geçici olursa o kadar yoğunlaşan bir bağımlılığa mahkûm ettiğini söyledi." s138


29 Mayıs 2023 Pazartesi

kuru otlar üstüne ya da kuru otlar üstünde

 evvela selam,


nuri bilge ceylan muhibbanları olarak uzun süredir merakla beklediğimiz "kuru otlar üstüne" filmi ilk gösterimini nuri abimizin çok sevdiği ve artık orada mekanın sahibi gibi eller cepte takıldığı cannes film festivalinde yapıldı. bazı rivayetlere göre 11 bazı rivayetlere göre 15 dakika ayakta alkışlanan nerdeyse üç buçuk saatlik film biter bitmez sinemaseverler büyük bir sevinçle oturdukları koltuklardan kalktılar ve [kötü olacağına ihtimal vermediğimiz filmi] büyük bir şevkle alkışlamaya başladılar. insanların bu kadar uzun süre alkışlamalarının bence en büyük sebebi filmin üç buçuk saat olması. neden diye soracak olursanız ki hakkınızdır. üç buçuk saat koltuklarına yapıştıkları için oturmayı biraz da bile isteye geciktirmelerinden kaynaklandığını ve bu sebeple alkış süresinin uzadığını düşünüyorum. 

fragmanından pek bişey anlamadık ama duyumlarımıza göre film doğuda görev yapan ve istanbul'a atama bekleyen bir öğretmen etrafında cereyan ediyor. elimizde bir ingilizce bir de resim öğretmeni var ve anlaşılan uzun uzun bu ikilinin diyaloglarını dinleyeceğiz. çoğu sitede ve wikipedia'da yazdığı gibi filmin esas konusu taciz olmadığı, bu mevzunun yan hikaye olduğunu da ekleyelim. 


filmin senaryosunu asıl mesleği öğretmenlik olan ve ahlat ağacı filminde üçkağıtçı hoca'yı oynayan akın aksu, nuri bilge ceylan ve eşi ece ceylan birlikte yazmış. akın aksu'nun 2019 yılında yazmış olduğu, "bir taşra köpeği" adlı bir de kitabı bulunuyor. nuri bilge ahlat ağacı'dan sonra bu filmde de akın aksu'yla çalışarak bu birlikteliğin devamının geleceğini gösterdi sanırım. biz de bu durumdan şikayetçi değiliz. akın aksu bana kasaba, mayıs sıkıntısı ve uzak filmlerinde oynayan ve genç yaşında hayatını kaybeden mehmet emin toprak'ı hatırlatıyor. [mekanı cennet olsun]




filmde yine nuri bilge'nin diğer filmlerinde olduğu gibi enfes fotoğraflar göreceğimizi fragmandan az çok anlıyoruz. soğuk var, kar var, uzaklara bakan doğada tek başına insanlar var, erzurum var bütün bunlar bize haddinden fazla güzel kareler göreceğimizi taahhüt ediyor.

son olarak da tabi filmdeki rolüyle cannes film festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülünü alan merve dizdar performansı var. filmi izlemediğim için bu konu hakkında yorum yapamayacağım ama merve dizdar'ın iyi bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. ödül konuşması biraz zorlama olmuş bu konuşma bana ricky gervais'in ödül törelerinde boş yapan oyunculara sövdüğü videoyu hatırlattı. [isteyene gönderirim]

velhasıl kelam biz ideolojik olarak insanları ayırmayan iyiye, güzele, kaliteye ve emeğe değer veren bir kısım insanlar olarak nuri bilge ceylan'ın işlerini seviyoruz ve en kısa zamanda izlemeyi bekliyoruz. izledikten sonra da belki bir şeyler yazarım inşallah.

teşekkürler.
allaha emanet olunuz efenim. 




3 Eylül 2020 Perşembe

düşük bütçeli kintsugi

          

                                                                        "şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
                                                                                     taşınacak suyu göster, kırılacak odunu"
                                                                                                                                     -ismet özel

selamun aleyküm sanal alemin gerçek veya az gerçek insanları hepinizi saygıyla selamlıyor ve sosyal mesafe kurallarına uyarak küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öpmeyi de ihmal etmiyorum. çünkü niye edeyim dudağıma mı yapışacak! hem atalarımızın da dediği gibi, "el öpmeyle dudak kaşınmaz"

öhöm öhö!
bir kaç hafta önce memleketim ve büyüdüğüm yer olan gaziantep şehrine valideyn eş dost akraba ve özellikle çok özlediğim yeğenlerimi ziyaret ve bir takım tarımsal faaliyetler için gitmiş idim. oldum olası dağ taş, toz toprak ve bilimum pis işleri seven bir köylü olduğum için amcamla antep'ten köye gidiş gelişlerin birinde rahmetli dedemden kalma az metruk eve uğrayıp hasar tespit çalışmasında bulunalım dedik. epey eski olan; iki katlı, tavanı direkli, damı topraklı olan evin maalesef arka kısmının tavan ve zemininde ahşap direklerin çürümesinden kaynaklı çökmeler ve açılmalar olduğunu ancak daha çok kullanılan ön iki odanın ufak tadilat ve tamiratlarla oturulabilecek hale getirileceğini düşündük. (çok enteresandır ki evler veya yapılar sanki canlı bir organizmaymış ve olan bitenin farkındaymış gibi içlerinde kimse yaşamadığı zaman kısa süre içerisinde yıkılıp harabe haline gelirken çok eski bile olsa içinde insanların yaşadığı evlere ayakta kalabiliyor. bu durum daha önce köye gittiğimde de dikkatimi çekmiş ve sahipleri vefat eden evlerin yıkıldığını gördüğüm bir evin fotoğrafını çekip şöyle yazmıştım, "sahipleri gidince evler de arkasından gidiyor, durmuyor."
ölüm bu

sağolsunlar amcam ve ailemin de destekleriyle herhangi bir sigortalı işim olmadığı için hafta sonları ve bazı hafta içlerinde köye gidip bu tamiratları yapabileceğimi en azından hafta sonları gelip oturulabilir ve hatta kalınabilir bir hale getirebileceğimi, daha önceki inşaat işi tecrübelerime ve bazı süper güçlerimle (süper güçler: fayans, duvar örme, alçı çekme, sıva yapma vs.) bunları halledebileceğimi söyledim. daha sonra tamirat ve tadilat için eve gidince fotoğraf çekmesini de sevdiğim için bi kaç fotoğraf çekip twitter nam internet mecrasına hiç bir beklentiye girmeden alelade bir şekilde şu twiti attım. https://twitter.com/refidun/status/1293848135375237120 ve evdeki işleri yapmaya başladım bi ara mola verip bi tütün sardım bi baktım twit yürümeye başlamış hatta koşuyo ulan dedim ne alaka evin fotoğrafı altı üstü allah selamet versin. akşam geldiğimde twit almış başını gitmişti herkes bunun after'ını da bekliyoruz filan yazmaya başlamıştı halbuki ben işe başlarken böyle bir niyetim de yoktu. tek niyetim bişeyler yapmak ve evin harabe olmasını önlemek eskiden olduğu gibi amcalarımın halalarımın gelip bi saat de olsa köyde oturabilecekleri babalarının evini karınca kararınca iki minder serip oturulabilir hale getirmekti.

sonra evin dışındaki boyayı kazıyıp bi kat sıva yaptım ve boyadım sonra hep beraber köşe bucak evin içini kırklayıp temizledik duvardaki çatlaklara alçı çekip yerdeki çökmeleri harç yapıp kapattım ve boyadım. (bütün bu işlemleri sadece hafta sonu bir gün ve çoğunu tek yaptığım için 4 haftada filan bitirdim bu arada acelem de yoktu) yaptığım iş öyle aman aman bir şey değildi çok para da harcamadık zaten çok para harcayacak durumum olsa o evi çok güzel bir şekilde tadilat yapardım. 

bu arada "tadilat" kelimesinin arapça "adl" kökünden geldiğini öğrenip şaşırdım. yani dedim kendi kendime, bir yeri tadil ederken aynı zamanda adaletli olmak gerekiyor. 

üç dört hafta sonunda boya badanasını da yapıp antepteki kullanmadığımız eşyaların bir kısmını köye getirdik ve eve yerleştirdik. ben arkada bulduğum eski eşyaları temizleyip bir şekilde kullanmaya çalıştım falan sonuç olarak gidildiğinde oturulacak çay çorba içilecek bir yere geri dönmüş oldu allah'a şükür. twitırdaki bazı arakdaşların beklentilerini karşılamasa da sürekli kalınmayacak bir yer için bence fena olmadı. sözü fazla uzatmak istemiyorum. çekmiş olduğum fotoğrafları merak eden arkadaşlar için buraya bırakıyorum. herkese çok teşekkür ederim.
eyvallah.